Kerhen
Geleceğe dair hayaller, geçmişten birikmiş hatıralar ve bugün.
Siyasete baktığımız üç temel açıyı oluşturuyor.
Karışıklık da işte tam bu noktada beliriyor.
Türkiye’nin geçmişine ve dolayısıyla bugününe o kadar çok farklı zaviyeden bakan var ki!
Herhangi bir olayda tarihler, mekânlar ve kişiler aynıdır.
Fakat bambaşka şekillerde yorumlanmaktadır.
Bazılarımıza göre vatanperverlik olan şey, diğerimize göre buz gibi ihanettir.
Hatta bu yorumlardan yola çıkanlar aynı olayın anlatıldığından bile şüphe edilebilirler.
Neden böyledir?
Kimilerine göre Türkiye’nin kazanımları için yegâne ölçü 1923 Anadolu’sudur.
Gelinmiş bulunan seviye fevkaladedir. Ülke, yerini ve yolunu bulmuş, gelişmişliğini tamamlamak üzere çalışmaya devam etmektedir.
Bazılarımız ise farklı düşünüyor.
Türkiye, devasa bir imparatorluğun ihanet çemberinde darmadağın edilmesinden geriye kalan anakarasıdır.
Tarihin yeniden inşa edilmesi vazgeçilmez bir ülküdür. Bu istikamette rotalar ve menziller bellidir.
Bugünkü Türkiye ise henüz toprağa düşmüş bir tohumdur.
Emperyal veya Büyük Türkiye hayali bu kitlelerin öylesine vazgeçilmez bir hedefidir ki, bir sonraki neslin avuçlarına sıkıştırılan yol haritalarına dönüşüyor.
İçimizdeki farklılıklar koyu etnik fikirler etrafında kümelenmiş kitlelere de uzanıyor.
Onlara göre de bugünkü Türkiye özgürlüklerini ve geçmişlerini gaddarca öğütmüş bir değirmendir.
Bekledikleri şeyler kesintisiz özür ve sınırsız iltimastır.
Şehirde vandalizm, dağlarda terörizm yaparak, demode ideolojilerden beslenerek bir nevi iletişim kurmaya çalışıyorlar.
Bir de dekarasyonun değişmez unsuru olan işbirlikçiler var.
Yeni cumhuriyet projesine ara kapıdan dalarak koltukları kapan bu seçkinler, dışarıdaki efendilerinin bu topraklardaki buyruklarını yerine getiriyorlar.
Büyük sermayeyi ve onun ahtapot kollarıyla sardığı her köşedeki vesayeti temsil ediyorlar.
Bizimle aynı dili konuşuyorlar, bize benziyorlar ama bu topraklara ait değiller.
Bu manzarada siyasetin anlattığı şeyler, ülkenin insanlarının kendisini yorumlarken oluşturduğu farklılıklara katiyen cevap oluşturmuyor.
Fakat bu dağınıklığın ortaya çıkardığı tabloda bir tek ortak nokta var.
“Daha fazla özgürlük ve değişim talebi.”
Belki de bu yüzden seçim kampanyaları fazlasıyla yavan kalıyor.
Projeler açıklanıyor, siyasi vaatler veriliyor, muhalifler topa tutuluyor...
Fakat kitlelerin alakasında bir fevkaladelik gözenmiyor.
Oysa sebebi çok açık...
Siyasi partiler seçim kampanyalarını özgürlükler ve değişim taleplerine yaslamadılar.
Fazla oy almak için merkezde durmaya çalışıyorlar. Bu bakımdan kitlelerin yorum farklılıkları arasında taraf olmaktan çekiniyorlar.
Hala darbe anayasası ile yönetilen bu ülkede birçok kronik sorunun kaynağı sistemdir.
Ancak bu sistem aynı zamanda ülkedeki siyasi partilerin mevcudiyetini de garanti ediyor.
Partizan gruplar elbette ki istisnadır. Ancak Türkiye, bu seçimde siyasi partilerin programlarına oy vermek için sandığa gitmeyecek.
Seçmenler, yorumladıkları ülke manzarasına ya da farklılıklarına en yakın duran liderlere “şimdilik” kaydıyla oy verecekler.
Siyasetin isteksizliğine rağmen değişim ve özgürlük talepleri artarak devam ediyor.
Oy sandıklarına giden yollarda ise “kerhen” tabelası görünüyor.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.