Hüseyin Hatemi

Hüseyin Hatemi

Mütekabiliyet

Mütekabiliyet

Mütekabiliyet (karşılıklılık) ilkesi; insanlık değerine saygıyı askıya alma veya pâymâl etme, ayaklar altına alıp çiğnemeyi meşru kılan bir temel ilkedir. Temel ilke: “İslam'da zarar ve mukabele biz-zarar yoktur” ilkesidir. Bu ilkenin atasözü şeklinde bir ifadesi: “kanı kanla yıkamazlar, kanı suyla yıkarlar” şeklindedir. Hiç kimse, “onlar da bizimkilere böyle yapıyorlar” gerekçesiyle, vatandaşa değil yabancıya dahî zulmetme hakkına sahip değildir. Mütekabiliyet ilkesi; zulme ruhsat veren bir ilke değildir. Şu halde nedir? İnsanın Dürüstlük ilkesine uyma ve âdil davranma, herkese adaletle muamele etme yükümünü aslâ ortadan kaldırmaya cevaz vermemekle birlikte, hukukî yükümlülük olmayıp sadece ahlâkî vazife olan güzel davranma, borçlu olmadığı, yükümlü olmadığı halde başkasına iyi davranma talimatını askıya almaya cevaz verir. İnsanlık onurunda “muadelet” (denklik) vardır ve buna saygısızlık, bu denkliği bozma; açık zulümdür. İslâm'ın zulme cevaz veren aslî veya fer'î hiçbir hükmü yoktur ve olamaz. Demek ki Tabiî Hukuk'un da yoktur. Horozlanan, kostaklanan, cebîn ve denî olanlara yakışır biçimde Fakıyr'e “ileti” ileten ve teşvîş-i huzûr etmeye çalışan bîçarelere âcil şifa dilerim. Adalet alanındaki muadelet bozulamaz. Sadece “mücamele” alanında “mütekabiliyet” olur. Bu alanda “bizi sevenleri cânım/Biz de severiz sultanım!” diyebiliriz. Yoksa sevmediklerimize zulmetme hakkımız aslâ yoktur. Kur'an-i Kerim'in hükmünü, Tabiî Hukuk'un hükmü olarak (Mumtahine, 60/8-9) Azizan okusunlar. Kur'an-ı Kerim'i can ü gönülden benimseyenler; bundan sonra zulm için hiçbir mazeret bulamazlar. -“Mücamele” alanında değil- Adalet alanında bir sorun tartışıldığında hamasî nutukların, şanlı ecdâd edebiyatının hiçbir değeri yoktur.

Bunu söylediğiniz anda, Kur'an-ı Kerîm tam aksine yorumlanarak, karşınıza “meşru müdafaa” âyeti çıkarılabilir. (Dokunulmazlıklarda kısâs ilkesi). (El hurumâtu kısâs... Bakara 194). Oysa meşru müdafaa, sadece denklemi, denkliği bizzat bozana, ihlâl edene, saldırgana karşı caizdir. Yoksa meselâ “Gümülcine veya İskeçe'de bir imama gözünün üzerinde kaş! ve dahî tavuğuna kış! demişler, şu halde vazife-i vataniyyemiz, en yakın cemaat vakfından, hiç değilse en yakın gayrimüslimden bunun öcünü almaktır” düşüncesi; Hakk'dan değil, Rabb-ün-Nas'dan -hâşâ- değil, Vesvas-ul-Hannâs'dan gelen bir saptırmadır. –“El-hurumâtu kısâs! âmennâ! Ancak, Onur Bey, insanlık onuru herkesde eşittir, yalnızca size mahsus değildir, kan ve kin davaları da bâtıl ve temelsizdir, kimse kimsenin sorumluluk yükünü yüklenemez. (En'âm 6, 164: Lâ teziru vâziretun vizre uhrâ.) Bu ilke; Kur'an-i Kerim'de beş kez tekrarlanır: 6/164, Isrâ 17/15, Fâtır, 35/18; Zumer 39/7, Necm 53/38).

Heyhât! Ne söylersek söyleyelim, alacağımız cevap değişmez; sadece gerekçeler –takımların söylemlerine göre– değişir: -Bize, ilkokulda, “yurdumu-milletimi özümden çok seveceksin” diye yasa belletildi. Anayasa'nın Başlangıç bölümünde de “millî menfaat söz konusu olunca Anayasa susar” deyû yazar. Biz Tabiî Hukuk filân bilmeyiz, Tal'at Paşa Düstûru'nu biliriz: -Yok kanun, yap kanun!- Tövbe estağfirullah! Tal'at Paşa da nireden çıktı? Bu sözün arabîsini filân kitapta filân üstadımız söylemiştir. Binâen alâ-zâlik, hiç değilse sakalı-bıyığı dahî olmayan kimselerin sözüne bakıp da gayrimüslimleri tepemize çıkarmayın! Her gayrimüslim; potansiyel misyoner, ateist ve hattâ siyonisttir. Bu iktıdar, demek oluyor ki, ermenilere, süryanilere, rumlara, yahudilere ve hattâ Sabiîlere satılmış olduğuna göre, gel “Yok kanun-yap kanun!”cu gardaşım, biz de seninle bir gözel ma'nen ittihad edelim ki mâlen terakkî ediverelim!

Oysa Doğru Yol bu değildir. Doğru Yol; Ahlâk'ın Kesin Buyruğu'nun yoludur. Tabiî Hukuk'un evrensel ve genel ilkeleri; Mütekabiliyet ilkesine bağlanmış değildir.

Bunu idrâk edebilmek için de Kur'an-ı Kerîm'in yorumunu “Usve-i hasene” olandan almak gerekir. (Güzel örnek) Ondört bedr-i münîr'in (dolunay) Şems'i, Nur kaynağı, İlâhî Nûr'un Bedr-i münîri ve Ondört Ma'sûm içinde diğerlerinin güneşi olan Ahmed (S.A.); “(Müslüman olmayan vatandaşlara) zulmedenin hasmı benim ve ben kimden davacı olursam davamı İlâhî Divan'da da, Din Günü'nde de güderim” buyurdu. (Cami'-us-Sagıyr, II, s. 140'dan naklen: Gölpınarlı, Hz. Muhammed (S.A.) ve Hadisleri, 2. bası, Okat-Istanbul 1962, s. 59).

İmdi size soruyorum ey Azîzan: -önceki Cumhurbaşkanının tam aksine gerekçelerle Meclis'e gönderdiği Vakıflar Kanunu'nu, şimdiki Cumhurbaşkanı'nın da “ettiği hayır ürküttüğü kurbağaya değmiyor!” gerekçesiyle geri göndereceğini ümîd ediyor musunuz?

-Amma da yaptın haa! Niçin geri göndersin ki? Bundan âlâsı, can sağlığı!

-Değil maalesef! Rum, ermeni ve diğer cemaatlerden hukukî kılıflar uydurularak “gasb” ve “zabt” edilen gayrimenkullerin iade edileceğine ilişkin hiçbir düzenleme getirilmedi. Sadece “nâm-ı müsteâr”la kayıtlı mallar, çok belirsiz “yokuşa sürme itirazları” ileri sürülmezse ve yine “vatandaş için de mütekabiliyet” garîbesi nihayet terkedilirse, göstermelik bir-iki “iade” yapılacak. Daha doğrusu; henüz zabt edilmemiş bir iki taşınmaz, “iade edilmiş” gösterilecek. “Mülhak vakıf statüsü” devam edecek, sadece Tanzîmat Geleneği'ne uyularak: Cemaat vakfına mülhak vakıf denmeyecek. Katolik vakıflarının, yetimhanelerin, manastırların, kesin yargısı olanların, Rühban Okulu'nun, Patrikhane tüzelkişiliği'nin esamisi dahi okunmayacak. Bu kar helvasını kardınız da, acaba kendiniz beğendiniz mi ey etkili ve yetkili Azîzan?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Hatemi Arşivi