“Düşünce ufkumdan damlalar”
Bugün size muhterem Duran Kömürcü hocamızın bir eserinden bahsedeceğim. Duran Kömürcü hocamız tarafından kaleme alınmış, gerçekten “Düşünce ufkumuzun merceği” olacak, düşüncenin tâ yüreğinden konuşan bir kitap. Hocamızın düşünce ufkunda cemaat var, bey’at var, ümmet var, imamet ve Müslümanlığımızın farkında olmanın bedeli var. Kitabın bazı bölümleri şöyle:
“YAZI YAZMAK ZORDUR
İnananların yazı yazması çok zorlaştı. Bildiğini söylese sistemin tuzaklarına yakalanıyor. Söylemese Allah katında suçlu oluyor. Vazife yapmanın gayreti ile bubi tuzaklarına yakalanmamak için uğraşıp duruyor. Bunun yanında, inananların tavrı, bigâneliği, vurdumduymazlığı da işin tuzu biberi oluyor. Sistemler yutmak için onu bekler. O da yandaşından Allah razı olsunu bekler, desteğini bekler. Yalnız olmadığını bilmek ister. Yazar da bu toplumun içinde yaşamaktadır. Onun da çoluğu-çocuğu, dünya meşgalesi, iaşesinden mesul olduğu evlad-ü iyali vardır. Rahat olabilmesi, başarı sağlayabilmesi için üzerindeki dünya meşgalesinin yükünü taşımamalı, arkasına bakmamalı, emanet edeceği bir güç bulmalı. Peygamberimiz ve Ashabın devrine bakınca gördüğümüz; Allah için savaşanlardan geri kalan kendilerine emanet bilinmiş, aç kaldılarsa onlar da aç kalmış; tok kaldılarsa onlar da doymuşlardır. Bugünkü halimize bakınca üzülmemek elde değil. Günlük heyecanlarla yaşamaktayız. Ertesi günü unuturuz. Mağdurun çoluk çocuğu, iâşesi ne merkezde, düşünmeyiz. İsrailoğulları mukaddes beldeye girmek ister. Allah(cc)’ta onları oraya yönlendirir. Orada zalim bir kavim var. Allah onları ezecek yolu ve zaferi de gösterir. Onlara “Onların üstüne kapıdan yürüyün. Oraya girerseniz muhakkak siz galipsiniz. Şayet mü’min iseniz Allah’a dayanıp güvenin” diye haber gönderir. Musa(as)’a, o günkü Yahudilerin cevabı ise şu olur. “Ey Musa, onlar orada oldukça ebediyen oraya girmeyiz. Git, sen ve Rabbin savaşın, biz burada oturanlardanız.” (Maide, 24) Kur’an’ın bu hükmü bizi tarif eder mi, bilmem. Ama halimiz daha da ileride. Mağdur olan kardeşine üzüleceği, yanına koşacağı, bütün gücü ile yardım edeceği yerde; rahatını bozmanın sıkıntısını yaşamak- tadır. Öfke ile “Akılsız, şimdi zamanı mı? Ondan başkası yok mu? Bu dini o mu kurtaracak?” Sözlerini, küçülten ve küçümseyen hallere hep rastlarız. Bir eli balda, bir eli yağda, postunun üstünde, elinde tesbih, başında sarık, kükrediğini hep biliriz. Bununla kalmayıp: “Bunlar hainler, uşaklar. Kiminle aşık attıklarından haberdar değil. Karşılarında kocaman... var! Birliğimizi, dirliğimizi bozmak için tutulmuş ajandır bunlar.” Neler... Neler... Sistemlerin beslediği köpekler bir yana, kardeşini harcayan? Mücahitlere! Mütedeyyinlere! Müteşeyhlere rastlayabilirsin? Bütün sebep; DÜNYA.
MÜSLÜMANLAR CEMAATLEŞMELİ
Bugün Türkiyeli Müslümanların durumundan bahsedeceğim. Şimdiye kadar bu kelimeden alerji duyanlar vardı. Türk-Müslümanlık bölünmez, Türk deyince Müslüman, Müslüman deyince Türk akla gelir diyorlardı. Şimdilerde aynı düşünce devam eder mi bilmem ama Türkiye Cumhuriyeti'nin bünyesinde bütün dinlerden, bütün ırklardan insanlar var, cemaatler vardır. Bilmemiz gerektiği, çoğunluğun Müslüman olması, rejimin Müslüman olması demek değildir. Halkın çoğunluğu Müslüman olan bir rejimin içindeyiz ve idaresindeyiz. Bir başka deyimle Türkiyeli Müslümanlarız. Bu gözle Türkiye Cumhuriyeti'ne baktığımızda, azınlıkta olan Hıristiyanlar ve Yahudiler kanun nezdinde ne ise biz de oyuz. Mesafemiz aynı olması gerekir. Rejim bekçilerinden şikâyetimiz, azınlıklara yaklaşımı kadar Müslümanlara yaklaşmamasıdır. Onlara verdiği inanç hürriyetini bize vermemesidir. Onların dini öğrenim ve eğitimi, cemaatleri vasıtası ile devletlerarası hukuklarla belirlenmiş ve onlar korunmaktadır. Bizim hakkımızı koruyan ise hiçbir kuruluş yoktur. Müslümanın sahibi yoktur! Dini özgürlükleri yoktur! Müslümanlara zulmedilmektedir. Azınlıkların çocukları, kiliselerinde ve okullarında eğitilirken bizde Kur'an kursları kapatılmaktadır. Dini meselelerimiz için özgürce müracaat edeceğimiz bir teşkilatımız yoktur. Bize yol gösterecek, haklarımızı arayacak bir cemaatimiz, dini ihtiyaçları belirleyecek bir merkezimiz bile yoktur. Hâl böyle olunca, dinimiz kullanılıyor, Müslümanlar kullanılıyor. Dinimizi temsil ettiği söylenen Diyanet, fert planında ehliyetli kişiler elinde olsa da, fikir üretme, yanlışı söyleme, haramlarda direnme gücüne sahip değildir. Rejimlerin güdümündedir. Dini, rejimin frekansına göre ayarlamakla vazifelidirler. Müslümanların hakkını koruma yetkisine sahip değiller. İnancımıza sahip olmadığımızdan; İslâm'ın bütünlüğünü, birliğini, bütün inananların Allah indinde bir olduğu kaidesine gölge düşürmek için Arap İslâmı, Türk İslâmı, Alevî İslâmı, Sünnî İslâm’ını orta yere atarak ümmeti parçalama planlarına işlerlik getiriyorlar. Müslümanın sahibi olmazsa; çıkar odakları, her düşünce ve inanç gruplarına mavi boncuk dağıtarak, onu yanına alıp öbürünü; öbürünü yanına alıp diğerini kullanarak tefrikaya düşürebilir. Bizi, bize vurdurabilirler. Her grup da kendisini kurtarma çabasında buna alet olabilir. Hepimiz biliyoruz ki, bütün bu hareketlerin altında inancın içini boşaltmak, inananların inançlarını koflaştırmak yatmaktadır. Onlar da bilirler; İslâm bir bütündür, bölünmez ve parçalanamaz. Onların korktuğu da budur. Hedef ve tek hedef bu korkudur. Bütün hesapları ise nasıl ortadan kaldırırız? Nasıl böler, birliği nasıl bozarız? Dini cemaatlere bakıyorsun, herkes çizdiği sıra dışı çizgisi içinde; ürkek ve tedirgin. Diyanet mensupları; imam-müezzin rejimin emirlerinde; vaize kısıtlamalar var. Kanun çerçevesinde hepsinin faaliyetleri rejime dönük. Pekiyi! Müslümanların hakkını kimler koruyacak? Müslümanların inançlarına sahip olması için; bütün inanç gruplarının bir araya gelerek bir cemiyet kurması, gruplar üstünde cemaatleşmesi lazımdır.
ÜST KİMLİĞİMİZİN ADI İMAMETTİR
Üzerimize düşen, idare olunduğumuz sistemin adına ve şekline bakmadan İslâm'ı yaşamaktır. Başın bozulup yok olması ile nelere şahit olduğumuzu biliyor ve görüyoruz. Sömürü devletlerinin yemi oluyoruz. Gayrimüslim devletler, Nato, Cento, Birleşmiş Milletler, AB gibi isimlerle beraber olurlarken, ismi Müslüman olanların, çıkar kavgasında boğulduğunu görüyoruz. Bütün Müslümanların hareketi şu olmalıdır: İdare olundukları rejimlerin adı ne olursa olsun, üst kimliği Müslüman olan bir birleşimde payı bulunmalıdır. Ve de üzerimize farzdır, gayretimiz bu olmalıdır.”
Akıcı bir dille yazılan bu kitap Müslümanın “şer’i kimliği”ne dair bir çerçeve oluşturuyor ve Müslümanca düşünmemize ve Müslümanca yaşamamıza imkân tanıyor. Kitabı okurken kendimizden, toplumdan hayattan örnekler bulabileceğimiz insana ve Müslümana şeriat penceresinden bakabilme olanağına kavuşabileceğimiz bir kitap. İslâmi düşünce tarzının ender örneklerinden biri olan bu kitap, bize kendi kaynaklarımızla düşünmemiz gerektiğini ve bunun örneklerini sunuyor. Kitap, bilgi, inanç ve değer alanlarına ilişkin olarak Müslümanca düşünmenin ve Müslümanca yaşamanın nasıl başarılabileceği konusunda önemli yaklaşımlar içeriyor. Bu kitabı sadece okumak yetmez aynı zamanda çevremizdeki Müslümanlara okutmak da gerekir.
Kitabı isteme adresi: www.samilyayıncılık.com Tlf: 0212 518 15 39- 516 06 50
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.