Tantavi’nin Tantanası
Ezher Üniversitesi, İslâm âleminin köklü ilmî müesseselerinden biridir ve tarihte pek çok ilim adamı yetiştirmiştir. Buranın başkanına da geleneksel olarak Ezher Şeyhi deniyor. Genellikle üniversitenin öğretim görevlileri arasından seçiliyordu. Fakat bundan önceki Ezher Şeyhi Cadulhak Ali Cadulhak’ın vefat etmesi üzerine Mısır Cumhurbaşkanı Hüsni Mübarek, üniversitenin geleneğini bozarak Muhammed Seyyid et-Tantavi’nin tepeden inme bir tayinle Ezher Şeyhi olmasını sağladı. O bu göreve getirilmeden önce Mısır Müftülüğü görevini yürütüyordu.
Tantavi bundan bir süre önce Ezher’in bazı bölümlerinde peçe yani yüz örtüsü yasağı uygulamaya başladı. Bunu tabii Türkiye’deki birtakım medya organları kasıtlı olarak çarpıtıp “kara çarşaf yasağı” diye lanse etmeye çalıştılar. Böyle lanse etmelerindeki amaçları da örtüyü aşağılama, hanımların inançlarının gereğini yerine getirerek örtünmelerini hafife alma idi. Gerçek onların yansıttığı gibi değildi. Fakat bu Tantavi’nin yaptığının makul olduğunu, herhangi bir sorun oluşturmadığını göstermez.
Ezher Üniversitesi’nde hanımlara yüz örtüsünün yasaklanması tartışması daha önce de yaşanmıştı ve bayan öğrenciler bu yasağa karşı direnmişlerdi. Çünkü yapılması istenen bir dayatma ve bayan öğrencilerin tesettür konusundaki hassasiyetlerinin kırılması için kapıyı açmaktır. Yüz örtüsünün yasaklanması konusunda kullanılan “sınavlara girenlerin kimliklerinin belirlenmesinde zorluk çekileceği ve öğrencilerin birbirlerinin yerine sınava girebilecekleri” iddiası tutarlı bir gerekçe değildir. Çünkü kimlik tespiti sınava girişte yapılabilir ve bu tür hilelerin önüne rahatça geçilebilir. Zikredilen gerekçe kız fakültelerindeki tüm derslerde ve muhtelif imkânlardan yararlanılmasında yüz örtüsü yasağının uygulanmasının dayanağı olamaz. Böyle bir yasağın uygulanmasındaki amaç tesettür duyarlılığına karşı bir dayatma ve sistemin zorlamasıdır. Kullanılan gerekçe sadece bu dayatmaya bir bahane ve kılıf uydurulmasıdır.
Tantavi daha önce sergilediği tutumlarda da çok ilginç çelişkilere ve tutarsızlıklara düşmüştür. Örneğin 2003’te Fransa’da Müslüman kız öğrencilere karşı başörtüsü yasağı uygulanmasını haklı göstermek amacıyla Fransa İçişleri Bakanı, Ezher Şeyhi Tantavi’yi ziyaret etti. Tantavi da Fransa’nın yasağına çok ilginç bir izah getirdi. Başörtüsünün İslam'da farz olduğunu, dini sembol değil görev olduğunu ama Fransa'nın bir İslam devleti olmaması sebebiyle Müslüman kadınlara başörtüsünü yasaklama hakkı olduğunu, Müslüman kadınların zarureten bu yasağa uyacaklarını söyledi. Oysa böyle bir izah bulma telaşına gireceğine, başörtüsünün dinî görev olduğunu hatırlattıktan sonra Fransa’nın bu özgürlüğe saygı göstermesini isteyebilirdi.
Tantavi Mısır Müftülüğü yaptığı dönemde de sistemin uygulamalarına dinî kılıf bulmak için çok ilginç izahlara başvurmuştu. Ama o izahlarının hiçbiri ikna edici olmadı. Çünkü yapılan açıklamaların çarpıtma, fetvaların da şer’î hükümleri ortaya koyma amacıyla değil sipariş üzere hazırlanmış paket fetva olduğu çok açıktı.
Tantavi, Siyonist işgal devletinin eli kanlı cumhurbaşkanı Şimon Peres’in Mısır ziyareti esnasında elini sıkarak da bir âlime, Ezher Şeyhi’ne ve Mısır Müftüsüne yakışmayacak kusur işledi. Kendisine yöneltilen sert tepkiler üzerine de bunu yanlışlıkla yaptığını, protokol arasında farkına varmadan Peres’in elini sıktığını söyledi. Oysa bu izah da inandırıcı olmaktan uzaktı ve özellikle Peres’in Mısır ziyareti münasebetiyle düzenlenen bir merasimde işgalci saldırgan devletin cumhurbaşkanını keşfedememiş ve yanlışlıkla elini sıkmış olması mümkün değildi.
Mısır’da dinî ve ilmî otoritelerin resmi politikanın meşrulaştırılması ve haksız dayatmalara dinî kılıf bulunması amacıyla kullanılmasının tahlilini yaparken Türkiye’de aynı statüdeki kurumların izlediği politikayı atlamamız doğru olmaz. Dün Cuma namazlarında hutbe diye hâkim sistemin ve resmî ideolojinin “faziletlerini” anlatan, bu konudaki iddiaları dinî temellere dayandıran hutbeler okundu. Burada şunu sormak gerekiyor: İnsanlarımız camiye hutbe dinlemeye mi geliyor yoksa resmî ideolojinin bildirilerini mi? Camilerimizin minarelerine asılan ırkçı mahyalarla, resmî ideolojinin tabularını kutsayan hutbeler arasında ne fark var? Söz konusu ırkçı mahyalara karşı gösterilen tepkilerden daha fazlasının hutbe diye okunan ve hâkim sistemin tabularına dinî yönden de üstünlük kazandırma amacı taşıyan bildirilere karşı gösterilmesi gerekmez mi? Laiklikten taviz vermeyenlere “iddianızda samimi iseniz, ayaklarınızın hiç basmadığı camilerimizden ellerinizi de çekin!” diyebilmeliyiz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.