Ahmet Varol

Ahmet Varol

Bölgesel Güçler Teorisi

Bölgesel Güçler Teorisi

Dünya son iki yüz yıl içinde birkaç farklı siyasi merhaleye sahne oldu. Ayrıntıya girdiğimiz zaman çok değişik yapılanmalar karşımıza çıkacaktır. Fakat genel hatlarıyla ele aldığımızda kastettiğimiz döneme giren siyasi merhalelerin birinci sırasına “ulusal devletler” oluşumunu koyabiliriz. Siyasi ve sosyolojik literatürde genellikle “ulus devlet” olarak isimlendirilen bu tür devletleşmelerin ana eksenini her bir ulusun kendi siyasi gücünü ve otoritesini şekillendirmesi anlayışı oluşturuyordu. Bu yaklaşım doğal olarak komşu ülkeler arasında sınır sorunlarının ortaya çıkmasına veya kendi ulusal otoritelerini kurma imkânından yoksun kalan etnik unsurların başkaldırılarına sebep oldu. Söz konusu yapılanmalardan kaynaklanan yerel ve bölgesel sorunlar birçok yerde bugün hâlâ devam etmekte, baş ağrısı sebebi olmaktadır.
Ulusal devletler varlığını sürdürürken, bazı devletlerin askerî güçlerini hâkimiyet alanlarını genişletmede kullanmalarının oluşturduğu tehdit sebebiyle bir kutuplaşma merhalesi başladı. Kutuplaşma aynı zamanda sömürgeciliğin yeni bir modelinin uygulamaya geçirilmesi anlamına geliyordu. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın oluşturduğu ortamda bu kutuplaşma çok daha etkin bir şekilde kendini gösterdi ve dünyaya yön veren güçler iki ayrı kutupta toplandı. Bu kutuplardan herhangi birine girmeyerek “bağlantısızlar” kampında yer alanlar da söz konusu iki kutupta toplananların siyasi yönlendirmelerinin çok dışında kalamadılar.
Sosyalist bloğun çökmesi üzerine “Yeni Dünya Teorisi” başlığı altında bir uluslararası yapılanma teorisi ortaya atıldı. Bu teori artık dünyaya ABD’nin hükmedeceği ve diğer devletlerin onun ekseni dışına çıkamayacakları varsayımına dayanıyordu. Aynı zamanda ABD’nin tüm dünyaya hükmetme arzusunun psikolojik ve siyasi alt yapısını oluşturma amacına yönelik bir yönlendirme faaliyetiydi. Bu konuda amacın büyük ölçüde oluştuğunu söylemek mümkündür. Çünkü pratiğe taşınması merhalesinde dünyaya “küreselleşme stratejisi” yön verdi. ABD’nin ekonomik, askerî ve siyasi politikaları da küreselleşmenin merkez istasyonu kabul edildi.
Askerî şiddete başvurmadan ve psikolojik savaş gücünden yararlanmadan dünyaya hükmedemeyeceğini düşünen ABD’nin Irak ve Afganistan işgalleriyle ilgili hesaplarının tutmaması beraberinde küresel ekonomik kriz getirdi. Bugün gerçekler her ne kadar gözden uzak tutulmaya çalışılsa da dünyanın karşı karşıya olduğu küresel ekonomik krizin esas sebebi Irak ve Afganistan işgalidir. Özellikle Irak’ın yeniden imarıyla ilgili ön hazırlıklar tutmayınca toplanan paraların düşük faizlerle kredi alanlarına kaydırılması ve dönmemesi üzerine ortaya çıkan mortgage krizinin arabanın yoldan çıkmasına sebep olduğu inkâr edilemeyecek bir gerçektir.
Sovyet bloğunun çökmesinin sebebi de Afganistan işgali olmuştu. Uzayan işgal ve savaş sebebiyle Sovyetler Birliği kaldırabileceğinden fazla yükün altına girdi. Gorbaçov’un ortaya attığı glasnost ve perestroika teorisi de çamura oldum olasıya saplanan arabanın kurtarılmasını değil bu arabayla yola devamın mümkün olmadığının ilanı için kamuoyunun psikolojik olarak hazırlanmasını sağlayabilmiştir. Ben şahsen Obama’nın çözüm formüllerinin de farklı sonuç getirmeyeceğine inanıyorum.
Global ekonomik krizle birlikte ortaya çıkan durum ve gelişmeler artık ABD merkezli küreselleşme merhalesinin de kapanmak üzere olduğunun haberini veriyor. İşte bu şartlarda “bölgesel güçler teorisi”nin karşımıza çıktığını görüyoruz. Avrupa Birliği kendini zaten bölgesel güç olarak görüyor ve bir bakıma böyle bir döneme önceden hazırlanmıştı.
Bu merhalede bölgesel güçlerin yapısını belirleyecek birleştirici vasıfların neler olacağı konusunda tartışmalar olacaktır. İslâm âleminin bölgesel güç olması ve dinî ortak kimliğin böyle bir gücün oluşturulmasında belirleyici etken olmasıyla ilgili teoriler önceden zaten vardı. Böyle bir yapılanmada Türkiye’nin başı çekmesi konusunda Müslüman toplumlarda bir beklenti olduğunu ziyaret ettiğimiz beldelerde müşahede ediyoruz.
Uzun süreden beri AB üyeliğinde ısrarlı olan ve bu konudaki emelini muhafaza eden Türkiye’nin bir yandan da kendisi için biçilen bölgesel bir güce başlık etme rolünü üstlenme arzusu son dönemdeki ataklarında da görünüyor. Dâhili ve haricî şartların buna ne kadar elverişli olduğu ve daha elverişli hale getirilmesi için neler yapılabileceği hakkındaki düşüncelerimizi inşallah müteakip yazımızda dile getireceğiz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Varol Arşivi