Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

‘Marksist’ler de, ‘kemalist/laik’ler gibi, 

‘Marksist’ler de, ‘kemalist/laik’ler gibi, 

Dünkü medyada sarıklı bir hocanın, TC’ye karşı silahlı mücadele veren Kuzey Irak’daki unsurlara karşı ‘hava ve kara harekâtı’nı protesto eden kalabalık karşısında Diyarbakır’da, elinde Kur’an, heyecan verici bir konuşma yaptığı haber ve resmi göze çarpıyordu..
Bu durum, bazı yayın organlarında, ‘Dün marksist idiler, çarkettiler; artık, ‘cihad’dan sözediyorlar..’ şeklinde ele alınıp, ‘İslâm adına PKK propagandası yapıldığı’ ve kimsenin kılının kıpırdamadığı dile getirildi.. Gidiş, elbette tehlikeli.. Bu açıdan, bu çarpıklığa işaret, çok yerinde.. Ancaak, o haberi manşete çekenler, bu çarpıklığın, TC’nin siyasetinde de ayniyle vâkı’ olduğunu görüyorlar mı? Kim, ‘Islam’ı sadece türkçü-kemalist-laik’ler kullanabilir, kürdçü-laikler asla!’ diyebilir?
Evet, ‘kemalist/laik’ rejim de, tıpkı marksizm gibi ‘ateizm’ temeli üzerinde yükseldiği halde, en saf ve yüce İslâmî terimleri kullanarak halkı dolduruşa getirmeye/dolmuşa bindirmeye çalışmıyor mu? Yüce İslâm, şunun-bunun elinde, kendi emeline hizmet ettirmek için, her kapıyı açan bir maymuncuk anahtarı gibi kullanılmaya çalışılmıyor mu?
Nitekim, bazı müftüler de, asker cenazelerinde, halk kitlelerini coşturup ağlatan nutuklar atmıyorlar mı; elbette, laik rejimi ayakta tutmak için oluşturulan Diyanet’ten icazetli olarak..
‘Kemalist-laik’lerin başhedefi olan ve onlarla aynı safta olmadığı bilinen Başbakan Erdoğan da, âkif’in, ‘Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber, / Sana ağûşunu açmış duruyor, Peygamber..’ şeklindeki ünlü mısralarını okumuyor mu? Hattâ, âkif’in, çanakkale ‘şehîd’lerine hitaben yazdığı (ve, benzetmede kullanılan unsurlardan benzeyenin, benzetilene denk gösterilmesi’ açısından yersiz olduğu gibi ciddî itirazlarla karşılaşan), ‘Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor, ‘tevhîd’i / Bedr’in arslanları, ancak bu kadar şanlı idi..’ şeklindeki mısralarını bile okumuyor mu?
Eskinin ‘özgürlükçü prof’u’ M. Soysal da, ‘ülkenin laiklik ve kemalizmden uzaklaştırıldığı’ yönündeki korkularından dolayı, bugünkü siyasî iktidara verilecek mücadele için, ‘silahın caydırıcılığının unutturulmaması’ yönünde laflar edip, hattâ ‘cihad çağrısı yapmak gerektiği’nden bile sözetmiyor muydu ve şaşıranlara da, ‘bu gibi mücadelelerde‚ ‘cihad’ gibi dinî terimleri kullanmak gerekli olabilir.’ demiyor muydu, daha geçen hafta..
Evet-evet, ‘gerekli olan her şeyden faydalanılması legal ve ahlâkî olur..’ şeklindeki bir dünya görüşü olan ‘pragmatizm’ bu gibi durumlarda geçerli olur.. çünkü, aksi halde, sırtına binilecek kitleleri bulamazlar.. Müslüman kitleler ise, ‘Dünyamız zâten tehlikeye düştü, hiç değilse, âhiret’imiz de tehlikeye düşmesin..’ çaresizliğine yatkındırlar..
Bu açıdan bakıldığında, ‘Başörtüsü yasağı’nın kaldırılması için AK Parti’yle işbirliği yapan MHP temsilcisine, üsteğmen oğlunun cenazesinde, ‘Kendinize geliniz!.’ diye ihtar çeken bir ‘kemalist/ laik’ babanın sergilediği tavır, daha tutarlıdır.. Oğluna, hangi mânada ve ‘neyin şehidi’ olarak baktığı bir ayrı konu olsa bile..
Ancak, burada şunu da belirtelim ki, İslâm’ı, Kur’an’ı istismara, kötü niyetleri için kullanmaya kalkışan ateist, marxist, laik bütün şerr odakları sonunda; Diyarbakır’da Kur’an’ı eline alıp yürüyen sarıklı hocanın harekete geçirdiği kitlelerin karşısında, bir selin önündeki çerçöp yığını duruma da düşebilir; ava gidenler kendileri av olabilirler..
*Komplolara başvurmak, yeni bir taktik değil..
27 Şubat, (dün) Alman Parlamentosu Reichstag (Rayştag)’ın yakılışının 75. yıldönümü idi. O büyük hadise, Adolf Hitler’in diktatörlüğe geçmesi için tertib edilmiş gibi gösterildi.. Alman kamuoyu şoke olmuştu ve alınacak her tertibi kabule hazır idi.. Hitler de onu yapmıştı..
Gerçek böyle midir? Hitler’i (sadece övmenin serbest olduğu bizdekinin aksine) sadece yermenin serbest olduğu, tartışma özgürlüğünün olmadığı bir yerde gerçek, nasıl anlaşılabilir?
O tarihten 3 yıl önce, Türkiye’de de, Fethî Bey eliyle ‘Serbest Fırka’ denemesi sahneleniyor; amma, o deneme hemen kontrolden çıkıp, 7 yıllık M. Kemal yönetimine karşı müthiş bir halk muhalefetine dönüşüyor; o parti de, henüz 99. gününde kapatılıyor ve arkasından da, yükselen o muhalefeti ezmek için, ‘irtica heyulası’ adına, halkın başı üzerinde 80 yıla yakın zamandır, ’Demokles Kılıcı’ gibi sallandırılan ‘Menemen Cinayeti’ sahneleniyordu. (Bu konu, Dilipak’ın dünkü yazısıyla birlikte değerlendirilirse, daha iyi gider..)
*Hocalı Katliâmı’nın 15. yıldönümünde..
Azerbaycan’ın dörtte birinin küçücük Ermenistan tarafından işgal edildiği savaşların sembolü olarak anılan ‘Hocalı (veya Hoca Ali) Katliâmı’nın 15. yıldönümünde Türkiye’de de birçok anma toplantıları yapılırken.. Dün, almanca bir kitab tutuşturdular, elime.. 7 kişi tarafından kaleme alınmış.. ‘Ermeniler, Ermeni Yurdu ve Sürgün’ isimli.. Yazarlarından birisi de Taner Akçam.. Yazanlardan 2’si alman ve diğerleri ermeni..
Eserde, ermenilerin tarihine kısaca değinilip, sonra, 1915’in acı hadiseleri ve büyük çapta ise, Sovyetler’in 1990’da dağılmasıyla istiklallerine kavuşan iki Kafkas ülkesi olan Ermenistan ve Azerbaycan arasında yaşanan savaşlar ve çekilen trajik acılar, ermeni gözlüğüyle ele alınıyor. Sunuşta da, ermenilerin, ‘hristiyan kültürünü yaşatan bir doğu halkı olduğu’ vurgulanıyor..
Tabiatiyle, Hocalı (veya Hoca Ali) ve diğer yerlerde müslüman azerî halkına karşı girişilen ve 150 bin insanın İran’a sığınışı, 1 milyonunun da Baku’ya kaçışı sırasında binlerce insanın öldürüldüğü korkunç katliâmlara, asla değinilmiyordu..
Haydar Aliyev ise, her şeylerini yerlerini terkedip kaçan, bu ‘qaçgın’ları, ‘bir silah sesi duymakla savaşmaksızın kaçıp geldiniz..’ diye suçlamanın ötesinde bir şey yapmayacaktı.. Ki, o kitleler, hâlâ da sürgün hayatındalar, evsiz-barksız.. Gerçekten de hiç savaşılmamıştı.. Ama, Ordu bile savaşmazken, silahsız halk nasıl ve hangi inançla savaşacaktı? Elçibey ve Aliyev’ler, 75 yıllık komünist dönemde ruhları tam-takırlaşan halkın İslâm’a yönelmemesi için, ‘marxizm’den ‘kemalizm’e geçmekten başka ne düşünüyorlardı? Aynı çizgiyi bugün de İlham Aliyev sürdürmüyor mu?
Oraya ‘kardeşlerini kurtarmak’ iddiasıyla giden çok sayıda ‘türkçü’ler ve em. subaylar ise, ‘Azerbaycan Mafiası’nın parçası olmanın ötesinde bir ‘başarı’(!) sergileyemediler..
Azerbaycan nüfusunun üçte birini bile oluşturmayan 3 milyonluk bir Ermenistan ise, mücadele bayrağını kilisenin, papazların eline verdi.. Batı dünyası da onları, ‘Doğu hristiyanlığının kahraman bekçileri’ olarak takdis ve teşvik ediyor, destekliyorlar..
Bu tablo bile, mücadelenin nasıl verilmesi gerektiğini anlatabilir. Her şeyden önce Azerbaycan halkının manevî bakımdan donatılması sağlanmadıkça, gerisi boştur..


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi