Kavmiyetçilik, ümmet bütünlüğünü bozmaktır
Yeryüzünde bir ümmet ve medeniyet inşa etmiş olan Peygamber Efendimiz (sav)’in lanetlediği fikir ve davranışlardan birisi de kavmiyetçiliktir. İslâm'ın öngördüğü ve Müslümanları dâvet ettiği toplum yapısı ümmettir. Burada ümmetten maksat "Hz. İbrâhîm'in (a.s) ismini koyup (Hac Sûresi/78) geliştirdiği, soyundan gelen son Peygamber Muhammed Mustafa (s.a.v) ile tamamlanan dîne (İslâm'a ve bu mânâda millete) mensubiyet râbıtası ile birbirine bağlı insanların ve grupların oluşturduğu toplum yapısıdır." Bu toplumun fertleri birbirinin kardeşidir (Hucurât Sûresi/10), bu toplumun yurdu bütün mü'minlerin yurdudur, bu toplum, İslâm'ı din olarak benimsememiş, başka bir dîne mensup olmuş millet ve ümmetlerden ayrı ve farklı, onları -barış, adalet ve ahlâk çerçevesinde ilişkiler kurarak- kendi câmiasına dâvet eden, insanlığa alternatif bir dünya görüşü ve hayat düzeni sunan bir ümmettir. Siyâsî, sosyal, ekonomik, hukûkî bağlar ve bağlantılar yanında bir üst kültüre bağlılık bu ümmetin gruplarını birleştirmiş ve bütünleştirmiştir. M. Âkif'in deyişiyle:
“Müslümanlık sizi gâyet sıkı, gâyet sağlam
Bağlamak lâzım iken, anlamadım, anlıyamam
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr-i kavmiyyeti şeytan mı sokan zihninize?
Birbirinden müteferrık bu kadar akvâmı
Aynı milliyyetin altında tutan İslâm'ı
Temelinden yıkacak zelzele kavmiyyettir
Bunu bir lâhza unutmak ebedî haybettir.
Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez
Son siyasetse bu, hiç böyle siyaset yürümez
Sizi bir âile efrâdı yaratmış Yaradan
Kaldırın ayrılık esbâbını artık aradan
Siz bu dâvada iken yoksa iyâzen billah
Ecnebîler olacak sâhibi mülkün, nâgâh!..
Girmeden tefrika bir millete düşman giremez
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez...
Birinin ırzı heder, diğerinin hûnu helâl
İşte ey unsur-ı ısyân, bu elim izmihlâl
Seni tahrik eden üç-beş alığın marifeti
Ya neden beklemiyordun bu rezil âkıbeti
Hani milliyyetin İslâm idi kavmiyyet ne
Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyyetine
Arnavutluk ne demek, var mı şerîatte yeri
Küfr olur başka değil, kavmini sürmek ileri
Arabın Türke, Lâzın Çerkese, yahut Kürde
Acemin Çinliye rüchânı mı varmış? Nerede
Müslümanlıkta anâsır mı olurmuş? Ne gezer
Fikr-i kavmiyeti tel'in ediyor Peygamber.”
İslâm kültüründe, yakından uzağa soy ilişkisi "şa'b, kabîle, aşiret" gibi kelimelerle ifade edilmiştir: "Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve tanışmanız için sizi boylara (şu'ûb) ve kabilelere ayırdık, şüphe yok ki Allah nezdinde en kıymetli olanınız O'na isyandan en fazla sakınır olanınızdır; Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır." (Hucurât Sûresi/13). Kur'ân-ı Kerîm'de "millet" kelimesi "toplumun dîni"(Yûsuf Sûresi/37), "ümmet" kelimesi ise "bir peygambere, bir dîne... mensup insan topluluğu, gruplar" mânâsında kullanılmıştır. Bugün bizim millet dediğimiz toplum yapısını ifadeye en yakın kelime "kavim"dir (Arapça'da el-kavm). Kur'ân-ı Kerîm'e göre insanlar bir kökten (topraktan), sonra bir ana-babadan (Âdem ile Havvâ'dan) yaratılmışlardır. Aynı kökten gelmelerine rağmen yeryüzüne dağılmışlar, dilleri ve renkleri farklı kılınmış (farklılaştırılmış), farklı kelimelerle ifade edilen gruplara, topluluklara (cemâat ve cemiyetlere) ayrılmışlardır. Bütün bu oluşma ve gelişmeler fıtrat (yaratılış) icabıdır, tabiîdir, Allah'ın irâdesi ile olmuştur. Ayrıca birçok âyet ve hadîs yardımlaşma, ilgilenme, dayanışma, koruma konularında yakınlara öncelik vermektedir. Akraba, arkadaş, komşu, hemşehri... bu mânâda "yakınlar" içinde yer almaktadırlar. (Nisa Sûresi/36) İstisnâî durumlar dışında zekât sarfında da bu önceliğe riâyet edilmiştir. Hem geçmişin, hem gelecek nesillerin, hem de hâlen üzerinde yaşayanların hakkı bulunan yurdun (mülkün) korunması İslâm'ın önemli amaçları arasındadır. İnsanın, diğerlerine nisbetle yakınlarına daha fazla sevgi duyması da tabiîdir. Bütün bu tabiîlik, fıtrîlik ve teşvikler göz önüne alındığında "aynı tarihi, kültürü (dîni, dili, âdetleri, zevkleri...) yurdu, mensubiyet şuurunu paylaşan insanların millet, kavim gibi bir isim altında bir grup teşkil etmelerine, bu grup içinde birbirini daha ziyade sevmelerine, korumalarına, dayanışmalarına, kültürlerini (ümmet camiâsına nisbetle alt-kültürlerini) geliştirmelerine ve bir değer, bir zenginlik olarak insanlığa takdim etmelerine" İslâm'ın bir diyeceği yoktur. Yeter ki, ümmetin diğer gruplarıyla (diğer İslâm kavimleri ve bugünkü realiteye göre milletleriyle) ilgiyi kesmeye, bütünlüğü bozmaya, onlara ve diğer insan gruplarına haksızlık etmeye, İslâm öncesi inanç ve âdetlere dönerek tabîî ve hukuki düzenin bozulmasına sebep olmasın!
İslâm dîni fıtrîdir; insanın fert ve toplum olarak yaratılıştan gelen, tabîatı icabı olan vasıf ve özelliklerine uygundur, bunlarla örtüşmektedir. "Allah'ın insanlara yaratırken verdiği mahiyetten (fıtrattan) ibaret olan tevhid dînine kendini ver; sağlam din işte budur, fakat insanların çoğu bilmezler" (Rûm Sûresi/30) meâlindeki âyet fıtrat ile hak din arasındaki bağı ifade etmektedir. İnsan türünü diğerlerinden ayıran akıl, irade, estetik duygu gibi fıtrî özellikler yanında insan gruplarını, topluluklarını birbirinden ayıran özellikler de vardır. Kur'ân-ı Kerîm bunlardan ikisine işaret etmektedir: "Allah'ın işaretlerinden biri de sizi topraktan yaratmasıdır, sonra siz zaman içinde yeryüzüne yayılan insan nev'i oldunuz... O'nun işaretlerinden biri de gökleri ve yeri yaratması ve sizin dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Bilenler için şüphesiz bunlarda büyük işaretler vardır." (Rûm: 30/20,22). İnsanlar bir kökten geldikleri halde yeryüzüne dağılıp çoğalıyorlar, dilleri ve renkleri farklı "alt neviler", gruplar oluşturuyorlar. Renk biyolojik farklılıklara, dil ise kültür farklarına işaret eden anahtar kelimelerdir. Yine âyette geçen "insanların dağılıp yerleştikleri yeryüzü" insan gruplarının bağlandığı, sahiplendiği toprağa; yani coğrafî unsura işaret etmektedir. Biyolojik, kültürel, coğrafî... özelliklerin bir araya getirdiği, birleştirdiği insan gruplarına Kur'ân-ı Kerîm'de "kavim" denilmektedir. Bir kavmi, bir etnik gruba mensup olmayı ileri sürerek ümmet bütünlüğünü bozmak, tefrika çıkarmak Hz. Peygamber'in (s.a.v.) lânetlediği bir davranıştır. Müslüman olmak, kavmiyet (bugünkü mânâda milliyet) bağını, İslâm kardeşliği bağına tâbi kılmak demektir. İslâm bağı bütün bağların üstündedir. Birbirine İslâm bağı ile bağlanmış etnik grupların, kavmiyeti bir ideoloji haline getirerek ümmet birliğini bozmaları, hakk’a ve hakikate karşı bir isyandır.
Müslüman hangi ülkenin vatandaşı ve hangi kavmin, etnik grubun mensubu olursa olsun her şeyden önce Müslümandır, sonra bir ülkenin vatandaşıdır, sonra da bir etnik grubun mensûbudur. Bu sıra bozulmadığı, her bir unsurun hakkı verildiği, amaç bölünme değil, bütünleşme olduğu müddetçe Müslümanlar arasında kimlik farkı kısmen tabîî ve kısmen zarûrî olarak meşrûdur, zararsızdır, faydalıdır, "tanışmanız, tanımlanabilmeniz için" buyruğuna uygundur.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.