Domuz gribi turnusolü (2)
Betül’ün Epikrize ve defin ruhsatına ölüm sebebi olarak: “Gastrointestinal sistem kanaması” yazılır. Ama H1 N1 şüphesi taşıdığı için virüs testi yapılır; acılı aile asıl nedenin Domuz Gribi olduğunu sonraki gün; cenaze ve taziye işleri yapılırken televizyonlardan öğrenir. Büyük kameralar çoktan kapıları tutmuştur bile. Büyük suçlu aranmaktadır. Öncelikle misafirlerde panik başlar; tedirgin olurlar. Aile taziyecileri mi, kendini mi ve diğer çocuklarını mı; kimi kimden ve nasıl koruyacağını şaşırır.
Eyüp Hastanesi doktorları ellerinden geleni yaparlar ama; ölüm meleği, teslim aldığı emaneti ervaha uçurur. Çok serumlar, oksijenler verilir, sondalar takılır; ama nafile. Betül 10 dakika önce son yudum suyunu içmiş, çok şükür demiş, kahrolası dünyadan ümidini, elini eteğini çekmiş; çoktan Kevser’in başında yerini almış; şimdi sevdiklerini beklemektedir.
Üç sene önce de, trafik kazası nedeni ile gittikleri bir başka eğitim hastanesinde küçük Betül’cük benzer kepaze resimleri görmüş. “Yatağımız yok” denilip çevrildikleri hastaneye dışarıdan baskı ile yatabilmiş ve tüm yatakların boş olduğunu hayretle görmüştü.
O gün çocuk doktoru olmaya karar vermiş; ama kendi bildiğince bir doktor: Kendisi gibi zorda kalan çocukları sedyelerde, koridorlarda bekletmemek; tertemiz yataklarda ağrılarını dindirmek için. Çalışkanlığı artmış, okulun gözdesi olmuş; SBS sorularının % 100’ünü doğru yapmıştı.
Ölümünden 3 gün önce de:
“Baba, farkında mısınız; üç senedir bir daha hastaneye düşmedik?!”.
Bu kez öylesine düşer ki Betül; bir daha kalkamaz.
Olay, sayısız modern hastaneleri ve her daldan binlerce doktoru bulunan; 2010 Kültür Başkenti İstanbul’da vuku bulur. Bu bir gazete haberi değil; gerçektir.
Başbakan’ın, Sağlık Bakanı’nın ve İl Sağlık Müdürü’nün:
“Hiçbir hasta, her ne sebeple olursa olsun; hastane kapılarından geri çevrilmeyecek!”
“Hiçbir hasta, stabilize edilmeden bir hastaneden diğerine sevk edilmeyecek” emrine rağmen, tam teşekküllü, iki kadim eğitim hastanesi genç hekimleri; Betül’ü tornistan edip, adeta bir ambulans içinde, trafikte ölmeye zorladı. Hızır Acil’in, belki en tecrübeli doktorunun, o ambulansta bulunuyor olması, Betül’ü entübe ederek oksijen vermesi, kalb masajı yapması vs neticeyi değiştirmedi.
Sık sık olduğu gibi:
“Çok yoğun idik; o gün 3 doktor, acilde 353 hasta çocuk baş vurusu kabul ettik; 3 saattir 3 çocuk cerrahı, başka bir acil çocuğun ameliyatında hep birlikte acil bir hastanın ameliyatında idik” gibi en az 353 mazeret bulunmuştur çoktan. Ama hiçbiri; akciğerleri ve kalbi tükendiği anlaşılmış; şoka girdiği için kalbi çatlarcasına taşikardi seline kapılmış; bu yüzden her an fibrilasyona girip öleceği tahmin edilmiş bir kuşçuk canı, stabilize etmeden, hem de tam teşekküllü bir hastaneden diğerine göndermeyi mazur göstermez.
Hekimlik ve sağıtma işi zor sanattır. Ağır bir hizmet koludur. Çok çalışmayı, çok bilgiyi, çok tecrübeyi, çok sabrı, çok şefkati, çok güler yüzü ve çok tahammül gerektirir. Yorulmayı, bol uyumayı unutmayı gerektirir. Bir gönüllülük mesleğidir. Ama hayrı, ecri, hediyesi, duası boldur. Bunu bilmeden hekim olanlar var mıdır?
Var olmalı ki aynen Betül vakasında olduğu gibi:
1. Özellikle acil kliniklerde; hastanın hekime ve hemşireye en muhtaç olduğu anlarda, istisnaları olmakla birlikte, bazı hekim ve sağlık personelince; özellikle yoğun saatlerde; hastalara ve yakınlarına hayli geç ve de sert muamele edilmekte; sık sık paylama yapılmakta, bina dışına çıkarılmakta; bazen yeterli anamnez alınmamakta. Ne yazık ki benzer tavırlar Betül’de de tekrarlanmış.
2. Yeterli anamnez alınmayınca, o yönde detaya inilmemiş, belki teşhis bu yüzden konamamış. Aile, Betül’ün çamaşırında kan gördüğünü, ama bunun regli kanaması olabileceğini söylemeye çalışmış; ama pek kaale alan olmamış; veya bunun barsaktan geldiği düşünülmüş ama rektal muayene yapılmamış; ağrının nedeni başka yerlerde aranmaya başlanmış; genel cerraha güvenilmemiş veya kesin belge istenmiş. Böylece ölümcül ambulans serüveni de başlamış. Oysa, muhtemelen karın ağrıları dismenore ile ilgili idi; apandisit gibi bir akut karın ile değil. Nitekim ikinci muayene ve otopside mide barsak kanaması da, akut apandisit de bulunmamış.
3. Genel cerrahlar, hemen hemen çocuk cerrahları kadar, çocuklarda, akut apandisit hakkında bilgi ve tecrübe sahibi iken; çocuk doktorumuz, nasıl bir gerekçe ile kesin belge şartı koşmuştur? Çocuk cerrahlarının henüz yetişmediği yıllarda apandisitli çocukları hep biz genel cerrahlar opere ettik; kaçını öldürdük ki genel cerrahlara ön şartlı yaklaşılmaktadır? Şart ve belge koşmanın zamanı mıdır ki hasta bir başka hastaneye gitmeye zorlanmıştır?! İşte asıl ip o zaman kopmuş; ölüme giden kader yolculuğu başlamış. Çocuk cerrahisi elbette önemli bir branştır; elzemdir. Öyleyse o kadim eğitim hastanesinin halen neden çocuk cerrahisi yoktur?
Gidilen yerdeki çocuk cerrahi doktoru da:
“Emin değilim; pek bir şey anlayamadım” deyip MR istemiş ve belgenin çıtasını yükseltmiş.
Oysa, hiçbir akut apandisit tanısı % 100 konamaz ve kesin belge verilemez. Ancak belli bir oran ve kanaat bildirilir. Çünkü apandisit; karnın maskarasıdır ve her tür akut karın tablosunu taklit edebilir: Basit bir solucanı da, kanseri de.
4. Çocuk cerrahi ekibi ameliyattan bir doktoru, bir süreliğine de olsa çıkarıp, hastanın aciliyet durumuna bakabilir veya yeni acil hastalar için, acil polikliniğe bir nöbetçi bırakabilirdi; bırakmalıydı.
Acil hasta bekletilemez. Betül’ün akciğerleri, çocuk cerrahını beklerken ödem sıvısı ile dolmuş; oksijenasyon bozulmuş; ama muhtemelen akciğerleri dinlenmediği için, durum 4-5 saat gecikmeyle anlaşılmış. Artık şok yerleşmiş. Kısa bir süre sonra da hasta kaybedilmiş.
Netice değişir miydi? İnancımıza göre, ölüm saati ne bir an ileri, ne bir geri alınamaz. Ayrıca; son tecrübeler gösterdi ki; H1 N1 hastalarının bir kısmında, 67-10 saat içinde önlenemeyen akciğer ödemi gelişmekte ve kaybedilmekte. Sanki bir Sitokin fırtınası oluşmakta. Ayrıca H1 N1’in özgün ilacı yok. Dolayısı ile aşı en akılcı çare.. Gel gör ki ona da siyaset pandemisi bulaştı.
Doğrusu, domuz gribi, siyasiler açısından tam bir turnusol oldu. Domuz gribi üzerinden iktidarı devirme heveslileri türedi. Yazık, çok yazık.
5. Hastanın tanısı ve eks nedeni hemen anlaşılamamış. Gerçi anlaşılsa da artık iş işten geçmiş. Alınan mide suyu, kahverengi olunca, hematemez; yani mide kanaması düşünülmüş; basına ve ilgili mercilere İnfluenza A (H1 N1) den dolayı mide kanaması ölüm haberi bomba gibi düşürülmüş.. Oysa septik şok gibi ölümcül şoklarda tüm hücre duvarları yıkılmaya başlar; sıvılar hücre içinden ve damarlardan, dışarıya; üçüncü aralığa, boşluklara kaçar. Mide dilate olur; kendini bırakır; emilim yapamaz, tersine mide duvarından ortama bol sıvı, enzim, asit sızar. Bu kaçak sıvılar, döküntü hücreler ve bir miktar da kısmen sindirilmiş eritrositlerle kahverengine boyanır. Bazen de ardından midede, sayısız, mikroskopik stres ülserleri oluşur ve bazen de kanarlar. Ama tanı erken olursa, mide dilatasyonu ve benzeri sorunlar düzeltilebilir. Betül’ün tanısı maalesef hayli geç konmuştur.
Tıp dünyası ilk medyatik haberle:
“Acaba H1 N1 virüsü tahmin edilemeyen bir hızla mutasyon mu geçirmeye başladı diye endişe etmeye zorlanmıştır.
Şükür ki otopside mide kanaması olmadığı görüldü; tıp dünyası olarak biraz rahatladık. Bir otopsiye şükredilir mi? Yorum sizin.
Evet, domuz gribi, bir turnusol oldu; içine siyaset dahil her şey girdi. Hekimlik anlayışımızın, hastanelerimizin, basınımızın turnusolü oldu. Aşısına, ilacına şüphe sokuldu. Hiçbir ülkede olmayanlar bizde oldu. Bilir bilmez, sırf muhalefet olsun diye herkes konuştu, kurumları, çare üretenleri suçlayanlar oldu. Oysa, başta Sağlık Bakanlığı ve Betül nedeni ile İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü’ne yeni atanan Doç. Dr. Ali İhsan Bey ve Kriz Masası ekipleri üst düzey gayret gösterdiler. Gece yarılarına kadar çalıştılar, çalışıyorlar. Hele de ambulans ekibini takdir ve taltif etmemek mümkün değil. Hastanın ve ailesinin en yakın manevi ve lojistik destekçisi ve can yoldaşı olmuşlar. Kendilerini alkışlıyoruz.
Bize gelince: Beyler, hekimler, politikacılar ve ey medya; lütfen kendimize gelelim; yangına körükle gitmeyelim. Biribirimize, kurumlarımıza yardımcı olalım.
Ve hususen de ey genç meslektaşlarım! Daha sakin ve müşfik olun. Eksikleri, yoklukları, boşlukları siz doldurun. Sanatınız büyük bir imkandır. Onu iyi değerlendirin; iyi kullanın. Yorgunluğu, susuzluğu ilk fırsatta atar ve rahatlarsınız. Ama Betül’lere vaktinde bir şişe serum vermez iseniz, vakti geçtiğinde yine Betül’de olduğu gibi onlarca serum verseniz, nafile.
Unutmayın, hastalık yok, hasta vardır. Her hasta ayrı bir antitedir. Şeytan daima pusudadır; açığınızı bekler. Hayr ve gayretinizi boşa çıkarmaya çalışır. Çünkü kıskançtır.
Gayret sizden, takdir Allah’tan.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.