Mahremiyetin tükenişini meşrulaştırma çabaları (1)
İslâm toplumunda mahremiyetin tükenişi, hayâ’nın bitişindendir. Hayâ’nın bittiği yerde mahremiyetin yaşama şansı kalmaz. Hayâ’sız ortamları paylaşanlar inandıkları gibi yaşamak yerine yaşadıkları gibi iman etmeye başlarlar. Hatta böyleleri İslâm’ı kendi akıllarına tahkim ettirme yoluna giderler. Tabii ki, İslâm’ı, İslâm tarihini kendi akıllarına tahkim ettirenler, İslâm’ı ve İslâm tarihini yaşadıkları hale benzetmekten kurtulamazlar. Günümüzde Hz. Peygamber (sav)’i kendileri gibi düşünen, kendileri gibi yaşayan biri olarak takdim ederek “Peygamber (sav) benim gibi düşünüyordu, sahâbe de benim gibi düşünüyordu” hezeyanında bulunanlar, İslâm’ı kendi akıllarına, hevâ ve heveslerine feda edenlerdir. Peygamber (sav)’in hanımlarını kendisinin yaşantısına uyarlayarak anlatan hanımlar, la dini bir hayat yaşayan laiklerin yaşayışlarına Peygamberin aile hayatını noter yapmaya çalışanlar, modernizme adanmış adaklardır. “İslâm’da haremlik-selamlık yoktur. Haremlik-selamlık bize Hıristiyanlıktan geçmiş bir uygulamadır” diyerek Kur’an ayetlerinin, Peygamber (sav)’in hadislerinin muktezası olan bir uygulamayı öteleyerek mahremiyetin tükenişine kapı aralayanlar da modernizme adanmış adakları çoğaltanlardır. Başka bir ifadeyle bu tip söylemler, mahremiyetin tükenişini meşrulaştırma çabalarıdır. Bu nedenle diyoruz ki; Aydınlanma felsefesi, pozitivizm, rasyonalizm, küreselleşme vb. modern anlayışların ucundan tutarak nassları öteleyip aklı merkeze alan, üstelik bunu da tam olarak beceremediğinden popülist ve sığ bir söylemin esareti altında Peygamber (sav) ve zevcelerinden bahsedenler, kendi azaplarını çoğaltıyorlar.
İslâm ümmeti bugün “KÂSİYÂTÜN–ÂRİYÂTÜN...” tehlikesini yaşamaktadır. Burada zikrettiğimiz “KÂSİYÂTÜN–ÂRİYÂTÜN...” kelimeleri bir hadîs-i şerifte geçmekte ve zamanımızdaki çığırından çıkmış kadın giyim-kuşamının ölçüsüzlüğünü ifade etmektedir. Sözü fazla uzatmadan, hadîste geçen bu kavramların izâhına ve günümüze ışık tutan cihetlerine bir göz atalım... “Kâsiyâtün!..” Kadınlar giyinmişler. Evet, giyinip kuşanmışlar. Ancak yine de “âriyâtün!” uryandırlar. Yani çıplaktırlar, tesettürlü sayılmazlar. Çünkü kadının giyinip örtünmesinden maksat, bedenindeki cazibesini gizlemesi, bakanları tahrik etmemesidir. Hâlbuki bugün, moda adı altında sunulan bu giyimler; öylesine dar, ince ve kısa ki, bedendeki cazibeyi gizleme şöyle dursun, aksine daha da tahrik edici hale getiriyor... Hatta olmayan “özellik” ve güzelliği bile var gibi gösteriyor. İşte bu yüzdendir ki, böyle tahrikçi bir giyim-kuşam içinde olan kadın, görünüşte “kâsiyâtün” (giyinmiş) de olsa, gerçekte “âriyâtün” yani çıplaktır. Zira çıplakken yapacağı tesiri bu giyimle yapıyor, benzeri fitneyi, bu sözde giyimle de uyandırabiliyor. Evet, zamanımızda kadınların bir kısmında öylesine bir örf, âdet anarşisi yayılmış vaziyette ki, bunlar kendilerini bağlayacak belli bir ölçü ve kaide tanımazlar, bir bakıma sınırsız bir hürriyet arzusundadırlar. Bu bakımdan kendileri, “mâilâtün”dürler, yani meylederler. Sonra da, “mümilâtün”dürler, kendilerine meylettirirler. Giyim-kuşamları, tutum ve tavırları ile kendilerine bakanları meylettirir, cazibelerine takarlar. Hâlbuki Müslüman bir hanım “özellik” ve güzelliği; kimseyi kendine meylettirmemesi, kendisinin de kimseye meyletmemesi, sadece ve yegâne meyledeceği kimsenin nikâhlısı olmasıdır. Nikâhlısının dışındakilere ne kendisi meyleder, ne de kendisine meyledilmesinden memnuniyet duyar.
Kur’an-ı Kerim ve Sahih Sünnet’te sağlaması olmayan tutum, yöntem, eylem ve söylemlerin bizi doğru yere götürmeyeceğinden kuşkumuz olmamalıdır. Bulandırılmış, sulandırılmış, hakim güçlerin keyiflerine göre “seyreltilmiş”, müstekbirlerin istikbar saltanatını ellerinden alabilir kaygısıyla “ılımlı” hale getirilmiş, velhasıl vicdanlara ve camilere hapsedilmiş, modernist yaşayışa benzetilmiş bir din haline getirilmeye çalışılan İslâm’ın; Allah’ın razı olduğu İslâm olmadığı, kesinlikle göz ardı edilmemelidir. Müslümanlar olarak bu emperyal tuzaklara düşmememiz gerekirken, “içimizden birilerinin” fena halde oyuna gelerek “Ilımlı İslâm” fikrinin Müslümanlara empoze edilmesi sürecinde bizzat rol almaları son derece esef verici bir hadise olmasının yanı sıra, zihinlerdeki yozlaşmalardan kurtulup ümmeti özündeki asıl/orijinal dinamiklerine döndürme çabalarını da sekteye uğratmak ve baltalamak gibi hoş görülmesi mümkün olmayan bir hatadır. Günümüzde birileri sırtlarını oligarşik güçlere dayayıp “İslâm’ı yeniden yorumlama” gibi baştan çıkarıcı unvanların daldası altında hakim kirli müşrik kültürün ve modernitenin dayattığı suni ve spekülatif konuları islamîleştirme gibi abes bir oyunla meşgul olurken/edilirken kuzu postu giyinmiş kurt rolünü çok iyi oynadıklarını zannetmektedirler. Oysa ki tağutların, müstekbirlerin belirledikleri sınırlarda kalmakta ve müsaade-i sahalarında oynamaktadırlar. “La ilahe illallah” kelime-i tayyibesini içselleştirmiş olan bilinçli bir Müslüman, “Kelime-i Tevhid’in” manasını mündemiç olduğu üzere, tanımayıp inkâr etmekle emrolunduğu, tağuti güçlerin tespit ve tayin ettikleri coğrafi sınırlarla kendini mukayyed göremez. Müslüman insanı Misak-i Milli’ler değil Ahdü Misak bağlar. Modernizmin çerçevesi değil şer’i şerifin çerçevesi bağlar.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.