Mahremiyetin tükenişini meşrulaştırma çabaları (2)
İslâm’ı egemen keyfî, küfrî ve cebrî güçlerin keyfine göre yorumlamak, kendini İslâm’dan çalmaktır. Emperyalistlerin belki de dünyada diğer kutbun da çökmesiyle, tek güç olarak kendi sistemine muhalefet eden İslâm’ı -Müslümanları değil İslam’ı- saf dışı bırakmak için uydurduğu radikal/ılımlı İslâm safsatasına çokça kanılıyor günümüzde. Ya da bilerek ortak olunuyor. İslam’ı kendi kapitalist düzeninde eritmek için, önce ona iftira atıp önüne bir “radikal” sıfatı yerleştiriyorlar, sonra da sizin bu hayat tarzınız, dünya görüşünüz çok uç noktada, sizi biraz merkeze çekmemiz lazım, biraz ılımlılaştırın bu dünya görüşünüzü deyip, kendilerince ürettikleri ılımlı İslâm tanımlamasıyla İslamiyet’in içini boşaltmaya çalışıyorlar. Ve bunu çağdaş yaşama ayak uydurmak kılıfı altında; bülten bülten, sokak sokak pazarlıyorlar. Yani İslâm’ı da cahili sisteme dâhil etmeye çalışıyorlar. Modern süreçte; Hıristiyanlığa atılan yamalar neticesinde bile nasıl ki modernizmin merkezi Avrupa manevi çöküşten kurtulamadıysa, “modernliği medeniyet” olarak algılayıp da varılması gereken bir hedef olarak belirleme hatasına düşen İslâm coğrafyalarının din anlayışları da çeşitli yamalarla tahrif edilmeye çalışılmaktadır. Lakin İslâm Milleti’nin şöyle bir avantajı vardır. Elinde bozulmamış bir kaynak (Kur’an) ve önünde ensar-muhacirun birlikteliğinin meydana getirdiği çelikleşmiş bir yapı, uygulanmış ve uygulanabilir bir örnek (Medine toplumu) durmaktadır. Modernizm ya da “modernite zihinlerden manevi olanı silme ve yaşam mantalitesini topyekün sekülarize etme çabası içindedir.” İslâm dininin kaynağına (Kur’an’a) hıristiyanlığa ve yahudiliğe atılan yamaları atamayan çağın modern güçleri Ilımlı İslâm, Demokrat Müslüman, Liberal Müslüman, Sosyalist Müslüman vb. görüntüler altında çareyi İslâm coğrafyalarındaki kavimlerin “din anlayışlarını” deforme etmekte, bozmakta bulmuşlardır. Bu tür oyunları, karanlık dönemleri nefsinde olanı değiştirenler aşmıştır, bugün de yarın da bu böyle olacaktır. Nitekim “Allah’ın sünneti(sünnetullah)” bunu bize göstermektedir: “Bir kavim kendinde olanı değiştirmedikçe Allah o kavimde olanı değiştirmez.” (Rad Sûresi/11) Şunu bilelim ki; kendilerini Allah’ın dini doğrultusunda değiştirmeyenler, hevâları ve egemen la dini güçlerin arzusu istikametinde dinlerini değiştirmekten geri kalmazlar.
Modern çağ, kimliklerimizdeki İslâmi normları silmek için esebildiği kadar esiyor. Esintilerden etkilenen mevsimlik mücahid ve mücahideler İslâmi meseleleri kendi keyiflerine ve egemenlerinin işaretine göre yorumlayarak değişime, dönüşüme kapı aralıyorlar. Müslüman bireyin hoşuna giden bir durum davranış değişikliği olarak sonraki süreçte kendini gösterebilmektedir. Davranışı belirleyen önemli etken inanç olmalıyken bugün maslahatlar ve güdüler belirleyici olmuştur. Zihnin altyapısında beğenilme kaygısı vardır. Her insan beğenilmek ister. Bazı kızlarımız kendilerini tesettürlü beğendiremeyeceklerini düşünmüş olmalılar ki güzelliklerini (!) sergileyebilmek için modaya uygun giyinmeye başladılar. Yapılan baskıların hiç mi etkisi olmadı? Elbette. Ama kimse başlarındaki örtünün ebatlarını küçültün, öyle gelin demedi. Çarşaf, pardesü yerine tunik giymelerini kimse şart koşmadı. Kimi işinden olmamak, kimi okulundan olmamak, kimi eşinin selameti için, kimi kazancını kaybetmemek için, kimi dayatılan “modern Müslüman” tanımlamasına uymak, gerici, yobaz, çağdışı olmadığını ıspatlamak için, kimi “tehlikeli Müslüman” olmaktan kurtulmak için, kimi “laikçilerle aynı düşündüğünü” ispatlamak için yavaş yavaş tesettürün böyle bir hal almasına katkı sağladılar. Herkes oturduğu yerden müçtehit kesildi. İşine geldiği şekliyle bu konuda kendine göre fetva verip buna göre yaşamaya başladı. Tüccar Müslümanlar da yeni modaya uygun giysileri hızla piyasaya sürdüler. Öyle ya arz-talep meselesi olmuştu artık. Pek çok kimseyi artık tesettüre kaynaklık eden Kur’an’ın ayeti değil de yeni anlayış ilgilendirmeye başladı. “Ben bunu böyle anlıyorum ve başımı böyle bağlıyorum” söylemleri yozlaşmayı meşrulaştırdı. Dış dünya, modern dünya “modern Müslüman” olmayanın hayat sahasını daraltmıştı. En kolay, en zahmetsiz yol buydu. Duru düşünceye ve diri direnişe sahip olmayanlar, dinlerini keyiflerine payanda yapmaktan ve zorbalara peşkeş çekmekten kaçınmazlar.
İslâm dışı yaşama biçimlerini hümanist duygulardan yola çıkarak meşrulaştırmaya kalkışanlar, İslâm’da fazlalık ve eksiklik olabileceği vehmine kapılanlardır. Şunu bilelim ki; İslâm, inanç ve ibadetiyle Din’dir; tarihten, doğadan, toplumdan bahsetmesiyle Dünya’dır. İslâm’ı, Din ve Dünya olarak, Allah’ın insana atiyesi olarak düşünmek zorunda olduğumuza göre -zira hem inanıyor hem de tecrübe ediyoruz- hak ve hakikatin kendisi kabul etmek zorundayız. Böyle olunca ne bir üçüncü yola, ne de başka bir yola “izm” olarak ihtiyacımız yoktur. Bunu her müslüman söyleyebilir ve söylemelidir de. Fakat bunu şu anlama çekmemek gerekir: Müslüman’ın sorunsuz ve olmuş bitmiş bir tarihi vardır veya İslâm var, sorunlarımız yoktur. Hayır. Aslında “İslâm var, sorun yok” bir düstur olarak doğrudur. Fakat sorun İslâm’da değil, Müslüman’dadır. Müslüman, İslâm’ın bir insana vermek istediği en asgarî zihin ve zihniyetten ne kadar kazanım sağlayabiliyor, bu önemlidir. Böyle bir zihniyete sahip olan Müslüman her zaman hak ve bâtıl, adalet ve zulüm, iyi ve kötü, hayır ve şer ölçütleriyle sorunlarına bakarak çözmeye çalışır; doğrudan bir sorunu ve çözümünü kendisinin “yenilik” veya “eskilik” ölçütleriyle değerlendirmez. Her Müslüman’ın aslında en az Müslüman zihniyet yapısına sahip olduğu söylenebilir; fakat günümüz dünyasında büyük işler başarmak için yeterli değildir. Herkes için denemez, fakat Müslüman alimlerin ve idarecilerin sorunlara ve çözümlere hükmeden bir zihniyet yapısına sahip olmaları; yoksa sorunların ve çözümlerin zihinlerine hükmettiği bir zihniyet yapısında olmamaları gerekir.
Mahremiyeti tüketen münasebetsizlere yeşil ışık yakan modernistler düşüncelerin içerisine birkaç ayet ve hadis serpiştirince ya da ev ve işyerlerinde, elbiselerinde İslâmi birkaç motif hak edince hadisenin İslami olabileceğini düşünüyorlar. Modernistlere sevdalanmış olan birtakım erkek ve kadın Müslümanlar da moderniteyi biraz değiştirerek kendi malı yapabileceklerini düşündüler. Fakat merkezine dünyayı alan modernite ile merkezinde âhiret olan İslâm’ın aynı yerde buluşmaları mümkün değildir. Çünkü modernite cenneti dinden kurtulmak olarak görüyor. Onun vaat ettiği sınırsız özgürlük “kul”u beşerin icat ettiği ilahlara köle yapmaktır. Modernite âhireti olmayan dünyadır. İslâm ise âhiret merkezli bir dünya dinidir. İslâm’ı keyfi yorumlara tabi tutarak erkek-kadın ilişkilerini modernistlerin maksadlarına hizmet eder şekilde yeniden dizayn etmeye gayret edenler, mahremiyetin tükenişine meşruluk kazandırma çabası içerisine girenlerdir. Şurası bir hakikattir ki; mahremiyetin tükenişi, iki cihan saadetinden mahrumiyettir..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.