Şeyh said (rh.a) ve bir anı.
Otuz yıla yakındır devam eden terör belasında tarafların birbirlerine karşı taktiklerine bazen satır aralarında rastlarsınız. Terör örgütü timi, asker elbiseleri giyerek birkaç köye baskın yaparak yapabildiğince insanlık dışı vahşetler sergiler; çocuk, kadın, yaşlı demeden bir çok masum ve savunmasız insana katliam yapar. Irza geçer, köylülerin hayvanlarından bir kısmını telef eder, bir kısmını talan eder götürür. Yakar, yıkar vs. vs.
Tabi köylüler bunun asker tarafından yapıldığı kanaatindedirler. Böylece terör örgütü, hem devlet millet arasında kin ve nefreti körükler, hem kendi hasımları olan bazı aşiretlere göz dağı verir, hem belli bazı gençlerin dağa çıkarak kendi saflarına katılmalarına zemin hazırlar hem de daha neler, neler…
Aynı planı askerler, korucular veya diğer özel kolluk kuvvetleri uygular. Özel tim elemanları, terörist kıyafetleri giyerek belirledikleri bazı köylere dalarak terör örgütünün yaptıklarını daha fazlasıyla yaparlar. Bu defa zavallı halk, bunun terör örgütü tarafından yapıldığı kanaatindedir.
Böylece terör örgütüne karşı halkın kin ve nefreti körüklenir. Terör örgütüne yardım ve yataklık yapan hainler! Cezalandırılmış olur. (ellerinde makineli vs silahlarla baskın yapan bir güce karşı zavallı halk ne yapabilir?) daha sonra gerekirse görüntülerini de kaydettiği delillerle o köylülerden uygun gördükleri kadarını, terör örgütüne yardım ve yataklık suçundan tutuklayıp, bir kısmını faili meçhul! Vaziyette kaybeder, diğerlerini; sadist egosunu tatmin edinceye kadar işkencenin enva-ı çeşidinden geçirir. Daha sonra kalan varsa adli makamlara teslim eder…
Bunlar hayal değil. Tek Türkiye dizisinin senaryosu da… Ergenekon çıbanı deşildikçe ortaya çıkanlar, sadece buz dağının görünen kısmı. AHİM e başvurmayı akleden vatandaşlardan niceleri, uğratıldıkları benzeri mezalimlerden dolayı açtıkları davaları kazandılar. Tabi her zaman olduğu gibi cezası, canilerin kara paralarından değil de milletin malı olan hazineden ödendi.
Bu vb entrikalar otuz yıla yakındır yüzler, belki binlerce kez tekrarlandı ve halada da tekrarlanmaktadır. Güya bu, en kısa yoldan hasmını köşeye sıkıştırma yolu, ama gerçekler er geç meydana çıkıyor işte.
Şimdi asıl konumuza gelelim.
Diyarbakır Bismil’de medrese tahsilindeyken üstadımla Silvan ilçesinin bir köyüne bir taziye ziyaretine gitmiştim. Söz dönüp dolaşıp şeyh said (rh.a.) kıyamına geldi. O anda yaşlı bir amca ağlamaya başladı. Neden sonra hepiniz benim yüzüme tükürün, ben çok günahkar bir adamım vb özeleştirilerde bulundu.
Derken hazırda bulunanlar hayırdır, neden yüzüne tükürelim ki deyince sebebini şöyle açıladı; “Şeyh Said (rh.a) kıyam edince sadece halkın desteğini değil bir çok askeri birliğin desteğini de aldı ve kısa bir zamanda epey geniş bir bölgeye de hakim oldu. Bu sırada bir arkadaşım bazı asilere karşı eylem için bana bir iş teklifi getirdi.
Asilerin ne kadar gözleri dönmüş, talancı, bu işi kendi aşiretlerine rant sağlamak için yaptıklarını, aslında devletin Kur'an a ve şeriata karşı olmadığını dış devletlere takiyye amaçlı öyle görünmesi gerektiği vb. propagandalarla, kendisi ve yüz kadar daha insanın aldatıldıklarını ve daha sonra bu asileri halkın gözünden düşürmek gerektiğini falan anlattılar.”
Yaşlı adam şöyle devam etti: “birkaç günlük ideolojik eğitimden sonra bizi gruplara ayırarak, Şeyh Said (rh.a) in sofileri kıyafetleriyle Diyarbakır ın değişik semtlerine ve ilçelerine gönderdiler. Kimimizin görevi dükkanları yağmalamak, kimimizin ki ırza tasaddi etmek, kimimizin ki de, çocuk, kadın ve yaşlı masum insanlara saldırmaktı.
Bizim özel tim göreve başladıktan kısa bir süre sonra, Şeyh Said (rh.a) kıyamındaki başarı tersine döndü. İnsanlar: “bu ne biçim cihad, bu ne biçim Müslümanlık? Bu zulümleri gavurlar bile yapmaz diyerek, nefretlerini ifade etmeye başladılar ve Şeyh Said (rh.a) in taraftarlarından destek ve yardımlarını çektiler.
İşte Şeyh Said (rh.a) kıyamı böyle haince tuzaklarla akamete uğradı.” Müsademe esnasında şehit olanların dışında, Şeyh Said (rh.a) çoğu zamanının seçme alimlerinden olan 45 dava arkadaşıyla beraber idam edilerek şehid edildiler..
Yaşlı adam durup durup hıçkırıklara boğuluyor ve “ben mahşer günü Rabbime karşı ne cevap vereceğim? Diyordu. Bunu duyun cemaatteki nice insanlarda ağlamaya başladılar. Bu yaşlı adam gayet samimi, ve doğru sözlü geldi bana. Komplo teorisi üretecek halde ise hiç değildi. Sıcağı sıcağına yaşadığımız Ergenekon entrikaları, bu vb kalleşlikleri doğrulamaktadır. Şairin dediği gibi: “bu gece dün geceye ne kadar da benziyor.”
Yaşadığım başka tam tersi bir anı da Ceyhanda çocukluk yaşımda dinlediğim yaşlı bir amcayla ilgili. Çevresine toplanan biz çocuklara şöyle diyordu: “çocuklar Atatürk kapının eşiğine Kur'anı Kerim’i koymuş ve hocalara, “geçin bakalım” demiş. Daha sonra Kur'an ın üzerinden geçenleri astırmış, hayır geçmem diyenleri de mükafatlandırmıştır.” yani yaşlı amca kendince din, Kur'an düşmanlığı konusunda Atatürk’e iftira edildiğini anlatmaya çalışıyordu.
Uluslar arası hukuk gereği bir milletin tarihi arşivleri en fazla elli yıl gizli kalabiliyor. Ama bizim yakın tarihimiz, zorbalar hükmettikçe hep kapalı kalacak gibi. Bu nedenle de nice tarihi gerçekler çarptırılmış; kara ak, ak kara, gösterilmiş, devler cüce, cüceler dev yapılmış, doğruyla eğriye yer değiştirilmiştir.
Dolayısıyla dersimde, piranda neler oldu, istiklal mahkemeleri ne işlev gördü, kaç vatanperver, mert ve yiğit insanın, alimin, abid’in, zahidin, aydın’ın kanına girildi?.. kaç anne feryat etti, kaç kadın dul, kaç çocuk yetim kaldı?.. neden?.. tüm bunlara değermiydi.
Ne diyelim;
Hala böylesi kalleşliklerin devam etmesini isteyenlere yuh olsun…
Ve ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM…