İrfan Gündüz

İrfan Gündüz

Katsayı Kast Sistemi…

Katsayı Kast Sistemi…

Uluslararası hukûka göre devletin başlıca görevi; ilköğretimin zorunlu ve parasız olmasını sağlamak, her çocuğu yararlanabileceği ortaöğretim kurumlarına teşvîk etmek ve yeteneklerine göre herkesi yüksek öğrenim imkânına kavuşturmaktır.
YÖK’ün 2009’da aldığı, üniversiteye giriş sınavlarında eşit soruya eşit puan verilmesi kararı alkışlanması gereken bir adımdır. Bu sistemde her öğrenci, dalı ne olursa olsun, eşit soru karşılığı eşit puan alacaktır.
Devletin, sosyolojik açıdan, eğitimde fırsat eşitliği sağlaması ve bütün toplumsal katmanlara açması yasal ve anayasal sorumluluklarından biridir. Türkiye, 1999’a kadar eşitlikçi bir eğitim sistemine sâhip olmuş ve kimse geldiği toplumsal sınıf veya mezûn olduğu lise türüne göre değerlendirilmemiş ve yükseköğretim hakkından mahrûm edilmemişti.
Gelişen dünyâda, meslekî eğitimin teşvîk edilmesi vazgeçilmez bir vâkıadır. Avrupa Birliği standartlarına göre meslekî eğitimde öğrenci oranı yüzde 70'lerdedir. Türkiye’de ise; öğrenciler, sivil toplum örgütlerince “Meslek lisesi memleket meselesi” şeklinde kampanyalar yapılmasına rağmen %30’lardadır. Halbuki, “marifet iltifâta tâbî, iltifatsız metâ zâyîdir.” Kaldı ki, kalkınmanın omurgasını teşkîl eden kalifiye personel ve ara elemanın yetiştirilmesi ve Üniversite önündeki yığılmaların giderilmesi ancak meslekî eğitimin teşvîki ile mümkündür.
1999’a kadar her öğrenci tercîh ettiği yükseköğretim programlarına yerleşme imkânına sâhipti. Öğrenci, alanı dışında bir tercîhte bulunduğunda katsayı değişmiyordu. Önemli olan öğrencinin doğru cevapladığı soru sayısı ve kendi başarısıydı.
Daha sonra bu sistem, askerî bir müdâhale ile, apolete alkış tutan YÖK yetkililerince bir gecede değiştirilmiş, yasal düzenleme ile yapılması gereken bir işlem, kitapçık marifetiyle alelacele hayâta geçirilmiştir. Böylesine hukûk tanımaz bir anlayış, Danıştay tarafından da desteklenmiş, katsayı kast sisteminden dolayı bireysel mağdûriyete uğrayanların mürâcaatları, her defasında “konu ile ilgili yasal ve anayasal yetki YÖK’tedir” denilerek reddedilmiştir.
Yükseköğretim Yürütme Kurulu, üniversite giriş sınavını teke indirerek yeni bir puanlama sistemi ihdâs etti. ÖSS Kılavuzu’nda yaptığı bir değişiklikle meslek liseleri ve düz liseliler için “alan sınırlaması” getirdi. Bu durum meslek liselerinde okuyan öğrencilerin kendilerine bırakılan bir iki alan dışında üniversiteyi kazanmalarını imkânsızlaştırdı. Ayrıca öğrencilere eğitim gördüğü okulun başarısı ile orantılı bir ek puan verildi.
Böylece öğrencinin değil, okulun başarısı avantaj hâline getirildi. Öyle ki; Galatasaray Lisesi mezûnu bir genç ile Hakkari Lisesi mezûnu bir genç, öğrenim şartları oldukça farklı iken, aynı sürede aynı sorulardan imtihana giriyor, fakat biri okul başarı puanı olarak 70 ek puan alırken diğeri 10 puanla yetinmekte, Galatasaraylıya avantaj sağlanırken Hakkarilinin önü kesilmekte, Anadolu gençliğine kırmızı kart gösterilmektedir. Böylesi sakat bir anlayışın, Danıştay tarafından “eşitlik” adına hukûka uygun bulunması ise, işin en acı tarafıdır.
Meslek lisesi mezûnlarına yalnızca alanlarındaki okullar kalmış ve tercîh edecekleri yüksek lisans programları büyük bir sınırlamaya tâbî tutulmuştur. Eğitim dilinde, “yatay ve dikey geçiş” denilen bir meslekten başka bir mesleğe geçişi engelleyen kastlar oluşturulmuştur.
Üstelik meslek lisesi öğrencileri, eğitimini gördükleri bölümlerde bile öğrenim görme hakkından mahrûm edilmiştir. Örneğin bir sağlık meslek lisesi mezûnuna verilen alan, hemşirelik okulu ile iki yıllık eğitim veren tıbbî laboratuvar bölümüdür. Sağlıkla ilgili olmasına ve temel derslerin verilmesine rağmen, eczacılık ve tıp gibi fakültelerini tercîh etmeleri hâlinde puanları kırılmaktadır. Aynı şekilde Endüstri Meslek Liseleri'nde bir yılı hazırlık olmak üzere 5 yıl, mühendisliklerin alt yapısı sayılabilecek, makine, metal, elektrik, elektronik, torna-tesviye gibi bölümler okutulmaktadır. Ancak bu liseden mezûn olanlar, Mühendislik Fakülteleri'ne girememektedir. Anadolu İletişim Meslek Lisesi mezûnları, kendi bölümlerinin uzantısı olması gereken İletişim Fakülteleri'ne girmek isterlerse düşük katsayı ile karşılaşmaktadır. Ticâret Lisesi mezunları, muhâsebe, işletme, reklâmcılık, turizmcilik, pazarlama, hukûk, ekonomi, halkla ilişkiler, bankacılık gibi alanlarda eğitim görmektedir. Ancak bu alanlarda öğrenim veren 4 yıllık yüksek okullara girememektedirler.
Katsayı kast sisteminde, meslek lisesi olarak belirtilen okullar ve kendilerine verilen alanlar ile ilgili, objektif bir kriter de bulunmamaktadır. Örneğin, TSK’ya meslekî eleman yetiştirilmek üzere kurulan “askerî liseler” meslek liseleri arasında değil, normal liseler arasında sayılmaktadır. Aynı şekilde, doğrudan mesleğe eleman yetiştirmek üzere eğitim hizmeti sunan Polis Kolejleri de uygulamanın dışında bırakılmıştır. Bunlar, genel liseler ile aynı kapsamda değerlendirilmiş ve düz liseler için belirlenen lisans programlarına alınmışlardır.
1739 sayılı yasanın 26. maddesi ortaöğretimi; “ilköğretime dayalı, en az üç yıllık öğrenim veren genel, meslekî ve teknik öğretim kurumlarının tümü” olarak tanımlamış, aynı kânûnun 29. maddesinde “ortaöğretim çeşitli programlar uygulayan liselerden meydana gelir” denilerek bu tanım te’yît edilmiştir. 1739 sayılı kânûna göre, üniversite sınavına giren adayların tümü, genel ya da meslekî eğitim görmüş olmalarına bakılmaksızın ortaöğretimi bitirmiş kişilerdir. Aynı sınava girmeleri, aynı süreye ve sorulara tâbî tutulmaları bu benzerliği te’yît etmektedir. Yasa koyucunun “benzer” olarak tanımladığı kişilerin, yargı kararıyla farklı statüde değerlendirilmesi, yasa koyucunun irâdesi ile çelişen ve yeni bir kural ihdâsı anlamına gelen ağır bir hukûka aykırılıktır.
Mer’î kanûnlar, öğrencilerin seçiminde, onların ilgi ve yeteneklerine göre yerleştirilmesini dikkate almaktadır. Madde içeriğinde; alanlar itibâriyle öğrencilerin isteklerine, sınırlama getirilebileceğine ilişkin bir hükme yer verilmemiştir. Puanların belirlenmesinde, öğrencilerin ortaöğretimdeki başarılarını farklı katsayılara tâbî tutmaya ilişkin bir yetki de bulunmamaktadır.
Aynı şekilde; öğrencinin alan dışı tercîh yaptığında aldığı puanın düşürüleceğine ilişkin açık bir hüküm de yoktur. Kânûnun anlamı, içeriği ve kapsamı nettir. Yasa, meslek liselerine ek puan verilmesini öngörmektedir. Yükseköğretim Kurulu’na üniversiteye girişte, meslek lisesi mezûnları lehine kendi alanlarında eğitim veren yüksek öğretim kurumlarını tercîh etmeleri hâlinde artı puan verme yetkisi tanımıştır. Ancak puan indirimini ya da okulları, farklı statülerde değerlendirme yetkisini aslâ tanımamıştır.
İstanbul Barosu; YÖK’ün 1999 öncesindeki uygulamayı esas alan “eşit soruya eşit puan verilmesi” ile ilgili kararını, “siyasi düşüncelerle alınmış bir karar” olarak tanımlamış ve YÖK’ün son aldığı karardaki, “eşit soruya eşit puan uygulanması imam hatip lisesi mezunlarını üniversiteye girişte genel lise mezunları ile eşit statüye kavuşturmak üzere gerçekleştirilmiştir” denilerek iptâl istemiyle Danıştay’da dâvâ açmıştır. Nitekim dâvâyı açan İstanbul Baro Başkanı’nın canlı yayında “Eşitlik, eşit insanlar arasında olur” diyerek “ihsâs-ı rey” şeklindeki beyânı, onun topluma bakışını gösterdiği kadar, dâvânın temelinden eşitlik ilkesine aykırılığını da ortaya koymaktadır.
Konunun, genel lise ile meslek lisesi ayrımı şeklinde ele alınması da doğru değildir. Diyelim ki fen bilimleri veya matematik kolunda okumuş bir fen lisesi mezûnu, sosyoloji, uluslararası ilişkiler veya hukûk okumak isterse, puan kaybedecektir. Benzer şekilde sosyal bilimler lisesi mezûnu bir öğrenci, tıp okumak istediğinde de puanı kırılacaktır. Dolayısıyla farklı katsayı uygulaması, sâdece meslek liselerini değil, bütün öğrencileri ilgilendiren bir sorundur. Herkesi ve Türkiye'nin geleceğini ilgilendirdiği için bu konunun kökten çözülmesi gerekir.
2577 sayılı İdârî Yargılama Usûlü Kânûnu'nda; “iptâl dâvâları, ancak menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılabilir” denmektedir. İptâli istenilen işlemin konusu ile, dâvâcı “İstanbul Barosu” arasında, uzak veya yakın, açık veya gizli hiçbir “menfaat ilişkisi” bulunmamaktadır. Bu nedenle dâvânın ilk inceleme aşamasında reddi gerekirken, yürütmenin durdurulması yolunda karar verilmesi cidden şaşırtıcıdır.
Genel olarak dâvâcı olabilmek ehliyeti ayrı, somut bir dâvâda menfaat ihlâli dolayısıyla dâvâcı olabilme şartını taşımak ise ayrı bir husûstur. Baronun, üniversiteye girişte farklı katsayı uygulamasının iptâlini istemeyi gerektirecek, meşrû, kişisel ve güncel hiçbir menfaat kaybı bulunmamaktadır. Olsa olsa imam-hatip çıkışlı avukatların adedinin artması ve başarılarıyla Baronun pastasından pay almalarından kaynaklanmış olabilir.
Kaldı ki Danıştay, dernek ve sendikalarda olduğu gibi, kamu kurumu niteliğinde olan meslek kuruluşlarına, üyeleri adına dâvâ açma yetkisini tanımamaktadır. Danıştay kararlarına göre, bu tür kuruluşların, yasalarda açık bir hüküm yoksa üyelerinin menfaatini korumak için dâvâ açma yetkileri yoktur.
Danıştay, Türkiye Barolar Birliği’nin bizzat avukatlar için çıkartılan bir genelgeye ilişkin açtığı dâvâda, menfaat ihlâli şartının gerçekleşmediğini ifâde ederek dâvânın ehliyet yönünden reddine karar vermiştir. Aynı şekilde Danıştay’ın, katsayıya ilişkin dâvâyı ehliyet şartı nedeniyle, ret etmesi gerektiği açıktır.
Yükseköğretimin, herkese eşit şartlarda sunulması evrensel bir ilkedir. Her bireye eğitim kurumlarına makûl şartlarda erişim imkânı tanınmalıdır. Devletin başlıca görevi, üniversitelerde ve bu kurumlara girişte imkân ve fırsat eşitliği sağlayacak önlemleri almaktır
Tüm öğrencilerin üniversite sınavlarına eşit şartlarda katılabilmesi temel alınıp, öğrencilerin şahsî başarıları teşvîk edilmelidir.
Yükseköğretime erişim hakkının eşit olarak sağlanması için farklı puanlama sisteminden vazgeçilmesi gerekmektedir. Ortaöğretim ve Yükseköğretimde öğrenim gören gençlerin büyük çoğunluğu, ilgi ve yetenekleri dışında, çoğunlukla istemedikleri alanda öğrenim görmektedir. Katsayı uygulamasının kaldırılması, bu yanlışlığı, bir parça da olsa ortadan kaldırma çabasıdır. Bu çaba engellenmemelidir. Bunu başarabilmek için, gerekirse yeni yasal düzenlemeler yapılmalı ve gençlerin geleceği, çelişkili kararlar veren yargının insâfına ve sübjektif yorumlarına bırakılmamalıdır.
Öğrencinin eğitim hakkını hangi yönde kullanacağı, tamamıyla öğrenciye ait olmalıdır. 14 yaşında, çoğunlukla anne-babanın verdiği kararla, bir ortaöğrenim kurumuna giren genci, hayatı boyunca, isteklerinin, ilgilerinin ve yeteneklerinin dışındaki işlerle uğraşmak zorunda bırakmak, o gence yapılabilecek en büyük kötülüktür. 18 yaşına gelmiş, hangi okulda okuyup okumayacağına karar verme kâbiliyetine sâhip gençlere “liseye girişte verdiğin kararını üniversiteye girerken değiştiremezsin, mutlaka kendi alanındaki bir bölüm seçmelisin” demek bir dayatmadır. Gençlerin, yanlışın bir yerinden dönme hakları olmalıdır.
Danıştay verdiği kararla hem bu hakkı gençlerin elinden almakta, hem de evvelce “yasal ve anayasal yetki YÖK’tedir,” şeklindeki kararlarını bir kenara bırakarak yetki gasbında bulunmaktadır. Yükseköğretime giriş sınavlarında bazılarına kapı açıp, bazılarına kapatarak eşitlik sağlanamaz. Bir öğrencinin yükseköğretimin neresinde öğrenim görüp göremeyeceği, bu öğrencinin ilgi ve yeteneklerinin ölçülmesiyle sağlanmalıdır.
Üniversite sınavları, okullar arası bilgi yarışması değildir! Millî Eğitim Bakanlığı’nın gözetim ve denetiminde olan ortaöğretim kurumlarından mezûn olan öğrencilerin farklı tanımlama ve değerlendirmelere tâbî tutulması hukûka aykırıdır. Üniversite sınavında, aynı sayıda soruyu cevaplayan fen lisesi mezûnu bir adaya, sağlık lisesinden mezûn olan bir adaydan daha fazla puan verilmesi, şüpheye mahal vermeyecek açıklıkta “ayırımcılık”tır. Alan dışı tercîhlerde puan düşürülmesi, “eğitimde fırsat eşitliği ilkesi”’ne alenen aykırıdır.
Yükseköğretim Kurulu’nun 2009 yılında aldığı eşit soruya eşit puan verilmesi ve aynı alanı seçenlere ek puan verilerek teşvîk edilmesi alkışlanması gereken bir sistemdir. Bu durumun yeni bir yargı skandalı ile sonuçsuz kalması ve ideolojik kaygılarla eşitliğe karşı çıkılması, küskün nesiller ve sistem karşıtları oluşturmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Dünyadaki bütün eğitim sistemleri ve özellikle Avrupa Birliği, bilgi temelli ekonomi için yaşam boyu öğrenmeyi vurgularken, Türkiye'de eğitim sisteminin yargı marifetiyle “yatay ve dikey geçişlere” izin vermemesi, yaman bir çelişkidir. Bu izin vermeme, insanların gelişmesini ve farklı beceriler kazanmasını engelleyen bir yapı doğurmakta ve neticede, bazı yoksul ailelerden gelen öğrencilerin otomatik olarak “işçisin sen işçi kal” mantığı ile proleterleşmesi ve vasıfsızlaştırılması anlamına gelmektedir.


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Gündüz Arşivi