Türkiye’nin sekülerleşme sürecinde Dönmeler
Osmanlı’nın son dönemlerinden başlayarak çöküşüne kadar devam eden batılılaşma sürecinde ve Osmanlı’nın küllerinden ortaya çıkan modern seküler Türkiye’nin vücut vermesinde birçok hareket ve birçok şahsiyet etkin rol oynamıştır.
Süreçte rol oynamış güç merkezlerinden sadece birine işaret ederek bu köklü dönüşümü onunla açıklamak kolaycılık olur. Ve hatta bunu Cumhuriyet’i kuran asker kökenli bir kadroya hasretmek de doğru değildir.
Bu yüzden Türkiye’nin batılılaşma sürecinin doğru anlaşılabilmesi için çok yönlü okumalar yapmak bilimsel yaklaşımın bir gereğidir. Bu süreçte rol oynamış devlet içi güç merkezlerini ve farklı toplumsal aktörleri ayrı ayrı çalışmak gerekmektedir. Bu, bunların dayandığı ortak bir zemin olmadığı anlamına da gelmez kuşkusuz. Sekülerleşme sürecinde rol oynamış bir merkezin etkisini anlama çabasını da büyük fotoğrafı gözden kaçırmadan yapmak gerekir.
Malûm olduğu üzere Osmanlı, Batı karşısında askerî üstünlüğünü yitirmeye başlayınca ordunun modernizasyonu devletin öncelikli gündemleri arasına girmiştir. Çünkü devletin varlığını sürdürmesi ancak güçlü bir orduyla mümkündü. Ordunun modernleşmesi ise diğer devlet kurumlarının modernleşmesini/batılılaşmasını tetikleyecekti. Bu da zamanla hem ideolojik hem de yönetimsel batılılaşmayı beraberinde getirecekti.
Osmanlı, din merkezli değerlerle ikame edilmiş bir devlet ve toplum yapısına sahipti. Tabiî olarak İslâm dünya görüşü devletin ideolojisini oluşturmaktaydı. Bu ideoloji yönetim tarzına da içkindi. Yüzyıllarca devlet kurumlarına hâkim olmuş bu dinî dünya görüşü ve bu dinî değerlerle şekillenmiş toplum yapısı, uzun yıllara yayılan sancılı bir sekülerleşme neticesinde geriletildi.
Osmanlı’nın son iki asırda devlet eliyle başlatmış olduğu kurumsal modernleşme süreci, her ne kadar kastedilen bu olmasa da, modernleşmenin sert çekirdeği olan laikliği de ağır ağır devlet kurumlarına taşımıştır. Devlet kurumlarındaki modernleşmeye paralel halkın elit tabakasında ve gayri müslim azınlıklarda da kültürel anlamda sekülerleşme kendisine taban bulmuştur.
Batı’nın askerî alandaki başarısı Kilise’nin örgütlediği dinî dünya görüşünden seküler dünya görüşüne geçişle mümkün olduğundan, bu durum batılılaşmadan yana Osmanlı elitlerinde sekülerleşmeyi meşrulaştıran ve belki de kaçınılmaz olduğu varsayımına götüren bir etmen olmuştur. Bu kadroların önemli kesiminin Cumhuriyet döneminde etkin rol oynaması bir tesadüf olmasa gerek.
Bir diğer etmen ise, Birinci Dünya Savaşı’nın gâlipleri Osmanlı hilâfet yönetiminin bitmesini, yerine laikliği benimseyen modern bir Türk ulus devleti kurulmasını dayatıyorlardı. Bunu kabul etmemek yeni bir savaşı belki de kaçınılmaz kılacaktı. Bir neslini son dönemlerde verilen savaşlarda yitirmiş halk, yeni bir savaşı ne kadar göze alabilirdi?
Bu nokta önemlidir. Çünkü, bu durum sekülerleşmeden yana tavır alan askerî ve aydın kesimin elini güçlendirmiştir. Çünkü, yeni bir savaşı istemeyen geniş halk kitleleri bu zeminde hilâfetin ilgasına fazla ses çıkaramamıştır. Ama aynı halk modernleşmenin mâziden radikal kopuş anlamına geleceğini, batılılaşmak için yapılan inkilâpların yerleşik sâbit değerlerde kaymalara yol açacağını ve bunun doğuracağı toplum-devlet çatışmasının bedelinin çok ağır olacağını kestiremezdi elbette.
Osmanlı’nın çökmesi ve Cumhuriyet’in kurulmasıyla topluma dayatılan köklü devrimler, yukarıda değindiğimiz içine girilen Batılılaşma süreci olmasaydı mümkün olamazdı. Bir dönemin kapanıp, yeni bir dönemin açılması bir gecede yaşanmamış, bu temel üzerine yükselmiştir. En azından toplumun etkin bazı kesimlerinin zihinsel olarak buna hazır olduğunu düşünüyorum.
Devlet ideolojisinin değiştirilmesiyle beraber asırlık kurumlar tekke ve zâviyelerde, medreselerde olduğu gibi ya kapatılmış ya da ordu ve emniyet teşkilatında olduğu gibi Batı seküler dünya görüşüne göre yeniden dizayn edilmişti. Sonuçta, ortaya, eğitimden siyasete varana kadar etkileri hâlâ devam eden devlet ve toplum arasında bir gerginlik alanı çıkmıştır. Katı modernleşmenin bir sonucuydu bu.
Yukarıda modern Türkiye’nin sekülerleşme sürecinin tek bir güç merkeziyle açıklanamayacağını söylemiştim. Ancak, bu sürece katkısı olmuş en önemli güç merkezlerinden birisi de; toplumda dönmeler diye bilinen Sabataycılardır.
Gelecek yazımızda kaldığımız yerden devam edelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.