Eksen Tartışmaları Üzerine…
Dünyâ, çift kutuplu bir yapıdan tek kutuplu bir yapıya doğru değişirken, çözümsüzlüğe terk edilen ve buzdolabına konulan pek çok krizi de berâberinde getirmiştir. Afrika, Avrupa ve Asya kıtasının kapısı konumunda olan Türkiye, bu krizlerin kesiştiği riskli bir coğrafyada yer almaktadır. Türkiye'nin Anadolu coğrafyasında istikrarlı, müreffeh, çağdaş bir ülke olarak bekâsı için bütün bu alanlarla doğrudan ilgilenmesi gereklidir. Hiçbir sorunu görmezlikten gelme, hiçbir krizi kendi başına bırakma lüksümüz yoktur. Hiçbir konuda “Bekle gör” politikası güdemeyiz. Başka ülkeler ne tavır alıyor ona göre “hizâ mesâfe alalım” diyemeyiz.
Bu yüzden dış politikamızı; krizlerin ve küçük konjonktürel çalkantıların esiri olmayan vizyoner bir strateji ve aksiyoner bir uygulama olarak tanımlayabiliriz. Günü kurtarma adına konjonktürle sınırlı olmayan, geleceği inşâ eden bir vizyon, reaksiyoner bir tavır sergilemeksizin her konuda aksiyoner bir Türkiye görüşünü ortaya koyan bir perspektif. Bu sebeple eksen tartışmaları, son derece sığ ve anlamsız geliyor. Düne yaslanarak, bugüne basarak ve geleceğe bakarak yürüyen Türkiye, sâdece kendi coğrafyasının ve târihî ekseninin gerektirdiğini yapıyor. Bu da, dünyâya 360 derece dönerek bakan şahsiyetli bir ANKARA eksenidir.
Çevremizi bir istikrâr ve barış havzasına dönüştürmek için, komşu ülkelerle sıfır problem politikası sâyesinde son altı yıl içinde çok ciddî mesâfeler alındı. Bırakın kısa dönemi, uzun dönemde dahi Türkiye ile herhangi bir komşusu arasında büyük ölçekli bir çatışmayı, küçük ölçekli bir tansiyon yükselmesi bile beklenmiyor. Eğer komşularınızdan herhangi biri ya da birkaçıyla sıkıntı yaşıyorsanız ülkenize dış yatırım gelmez. Ülkeniz bir krizin veya bölgesel bir gerilimin parçası olursa o ülkeye duyulan güven azalır. Şu anda hiçbir uluslararası göstergede Türkiye'nin komşu ülkelerle yakın bir gelecekte siyâsal veya askerî kriz yaşayacağı beklentisi yoktur.
Komşularımızla sâdece sıfır problem değil, “kazan kazan” formülünü esas alan maksimum iş birliği ve mutlak ekonomik entegrasyonu hedefliyoruz. Bunun için yüksek düzeyli stratejik iş birliği ve diyalog mekanizmaları devreye sokulmuştur.
Dış politikamızın; krize yönelik olmayan vizyoner yaklaşımı, tutarlı, sistematik bir çerçeve ve "yumuşak güç" olarak nitelenen formatı sâyesinde Türkiye'nin Balkanlar'dan Ortadoğu ve Afrika'ya kadar uzanan bölgede etkinliği artmıştır. Değişik ülkelerle karşılıklı vizenin kaldırılması kararı bunun en güzel göstergesidir.
"Güvenlikle özgürlük arasında dengenin sağlanması, komşularla sıfır problem, sadece komşularla değil tüm bölgede aktif diplomasi, küresel ilişkilerde uyumluluk ve uluslararası örgütlere aktif katılım" şeklinde özetlenebilecek olan Türk Dış Politika ilkeleri; aynı zamanda Türkiye’nin kendisine olan özgüvenini yansıtmaktadır.
"Türk dış politikasının İslâmcı bir politika yürüttüğü, komşularla sıfır sorun ilkesini de bu politikayı gizlemek için kullandığı" şeklinde yaklaşım sergileyenlerin coğrafya bilgilerinin eksik olduğu anlaşılmaktadır. Komşularımızdan sadece 4'ünün Müslüman olduğu dikkate alınırsa bu iddianın tutarsızlığı kendiliğinden anlaşılır. Suriye ve İran’la ilişkilerimiz artarken Yunanistan ve Gürcistan'la azalıyorsa, ancak o zaman böyle bir iddia ileri sürülebilir.
Türkiye: "vizyonu, yumuşak gücü, tutarlı dış politikası ile evrensel dili ve değerleri temel alarak, doğu ve batıda, kuzey ve güneyde bölgesel ve küresel bir barış ekseni oluşturmaya çalışıyor, bölgemizin gelecekte yeni gerginliklere ve insânî trajedilere sahne olmaması için, herkese güvenlik, ekonomik entegrasyon ve çok kültürlülüğü” hedef alan bir politikayı hayata geçirmeye çalışıyor.
Türkiye'nin dış ticâretinde komşu ülkelerin payının yüzde 8'den 32'ye çıkması bile bu adımların doğruluğunu gösterir. Küresel ekonomik krizin teğet geçmesinde komşu ülkelerle olan ticaretteki artış önemli bir faktördür. Türkiye köklerinden gelen köprü rolünü yeni bir medeniyet açılımına döndürmek istiyorsa, öncelikle kendi kimliğini, psikolojisini ve siyâsî kültürünü yeniden inşâ etmek, uzak yakın çıkarlarını gözeterek ilişkilerini buna göre düzenlemek zorundadır.
Toplumsal âidiyet hissinin güçlü bir târih ve sosyo-kültürel temele oturtulması ve bu âidiyetten beslenen bir fikir özgürlüğü ortamının sağlanması, böylesi bir düşünce ikliminin oluşmasının asgarî şartıdır.
Türkiye artık, içine kapalı bir sistem oluşturarak dünyâ siyâsî coğrafyasının sıradan bir aktörü olarak varlığını sürdürme şansına sâhip değildir. Ya bu stratejik yönelişin getireceği güçlükleri göze alarak dinamik bir medeniyet ekseni oluşturma çabasına girişecek ya da başkaları tarafından oluşturulmuş bir medeniyet ekseninin edilgen unsuru olarak bütün şahsiyet ve itibârını yitirecektir.
"Eksen değiştirme" derken, Türkiye'nin Batı'dan kopup Türk ve İslâm dünyasına yönelmesi kastedilmektedir. Bu düşüncenin arka plânında, Türkiye'yi Batı ekseninde tutma, bunu bir tür bağımlılığa dönüştürme, güdümleme, Türkiye'nin muhtemel açılım alanları olan İslâm coğrafyası ve Türk dünyâsı ile ilişkilerini gözetleme, bunu Türkiye için risk algılamasına dönüştürme" gibi husûslar yatmaktadır.
“Türk dış politikasındaki çok boyutluluk, dış politikamızın ülkemize ayrı bir itibar kazandıran yeni bir niteliği olarak algılanmaktadır. Türkiye artık Batı’ya bağlı veya mahkûm olan bir ülke değildir; seçenekleri olan, bölgesel, hatta küresel güç olma iddiasına sahip bir ülke konumundadır. Böyle bir ortamda “çok boyutlu” dış politika söylemi doğal olarak toplumumuzda olumlu yankı bulmaktadır.
Başbakan Erdoğan’ın Davos çıkışı, hem alkışlayanlar, hem eleştirenler bakımından bir “İslâm” dünyâsı liderinin “Batı’ya karşı” dik duruşu olarak algılanmıştır. AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 yılından bu yana, Türk dış politikası giderek belirginleşen bir doku değişikliğinin işâretlerini vermektedir. Bu değişiklikleri Türkiye’de iktidarda bulunanların dünya görüşünün yansımaları olarak yorumlamak herhalde yanıltıcı olmayacaktır. Çok boyutluluk ile yönsüzlük birbirine karıştırılmamalıdır” diyerek gelinen noktayı küçümseyenler, Türkiye’nin yıllardır târihî, coğrâfî ve kültürel konumunu görmezden gelenler, kendi vatandaşlarını ve sermâyelerini tehdit klasmanlarına ayırarak ülkenin elini zayıflatanlar inşallah yanıldıklarını anlarlar.
Bu aktif ve atak diplomasisiyle Türkiye, bulunduğu coğrafyada tüm komşularıyla siyâsî ve ticârî ilişkilerini geliştirmiş, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’da bir câzibe merkezi konumuna gelmiştir.
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, soydaşlarımızın varlığı sebebiyle; tarihi ve kültürel temaslarımız nedeniyle Rusya, Türkiye’nin potansiyel etki alanında olan önemli coğrafyalardır.
Dünyada kullanılan petrol ve doğalgazın bilinen en zengin yatakları Basra Körfezi ile Hazar Havzası’dır. Özellikle enerji kaynaklarının Avrupa’ya ulaşım yolu üzerindeki Türkiye, mevcut BTC, Şah Deniz ve Mavi Akım gibi transit boru hatları yanı sıra, tasarı halindeki benzer projelerin de hayata geçirilmesiyle, önemli bir enerji terminali haline gelmiştir.
Ekonomik büyüklük itibariyle dünyanın 17. ülkesi olarak G-8’lerin ardından G-20 zenginler kulübüne girmiş ve gelişmiş ülkeler arasına katılmıştır.
BM’ce dünyadaki gerginlik ve gerilimleri gidermek üzere kurulan “Medeniyetler Arası Diyalog” komitesi eşbaşkanlığını İspanya ile Türkiye birlikte üstlenmiş, BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilmiş, ekonomik güç olarak bölgesinde oldukça dikkat çeken ve hatta gıpta edilen bir ülke hâline gelmiştir.
Türkiye, yurtdışı ihâlelerde önemli adımlar attığı inşâat sektörü yanında, tekstilden beyaz eşyâya kadar pek çok ürünü yurtdışında üretmekte, bir zamanlar Arap ülkeleriyle sınırlı bu faaliyetlerini Avrupa’dan Çin’e kadar uzatmakta, tüm bu coğrafyalarda Türk işçisi, mühendisleri ve işadamları emek ve bilgi üretimine önemli katkılar sağlamaktadır.
Türkiye, NATO üyesi bir ülke olarak, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Somali’ye, Bosna-Hersek’ten Afganistan’a kadar geniş bir coğrafyada faaliyet gösterebilen; NATO haricinde 55 ülkeye eğitim desteği verecek kadar “küresel” bir silahlı kuvvetlere sâhip, gerektiğinde BM veya NATO şemsiyesi altında uluslararası krizlere müdahale edebilen bir güç, AB adaylık süreci sebebiyle, AB ülkeleriyle önemli siyâsî ve ticârî münâsebetleri olan güçlü bir ülkedir.
Türkiye, bölgesel bir güç olduğu gibi, bağlı olduğu ittifaklar sebebiyle de küresel gücün önemli bir parçasıdır. Üstelik artan orandaki bilim ve teknolojik gücü, gittikçe artan sayıdaki yetişmiş insan gücüyle, geleceğin parlak devletlerinden biri olarak hemen hemen her strateji ve ekonomi uzmanının gözdesidir.
Bugün ABD’den Çin’e, İngiltere’den Avustralya’ya, Almanya’dan Yeni Zelanda’ya, Suriye’den Endonezya’ya, İran’dan Rusya’ya kadar dünyânın her yerinde Türk ya da Türk vatandaşı yaşamakta, iş yapmakta, çalışmakta ya da okumaktadır. Yani, bir bakıma Türk vatandaşları tüm dünyâya yayılarak küresel bir kimliği yakalamıştır.
Türkiye’nin uluslararası bu kulvarları dikkate alındığında, dış politikada önemli ve batının gölgesinde olmaksızın yeni bir eksen değişikliğine gitmesi zarûrîdir. Türkiye bulunduğu coğrâfî yapısı itibâriyle hem bir Batı, hem de bir Doğu ülkesidir. Bu Türkiye için bir zaaf değil, aksine bir güç ve zenginlik kaynağıdır. Bu özel durum kendisine, Doğu ile Batı arasındaki anlaşmazlıkları âdil, dürüst ve tarafsız bir şekilde çözebilme yeteneği kazandırmaktadır.
Türkiye, sahip olduğu özellikleriyle bugün, “Batı ile Doğu’yu buluşturan” bir “kültürel köprü” hâline gelmiştir. Her iki kesime aynı mesâfede durabilme yeteneğini kazanmıştır. Bunları yapabilmek, Türkiye’ye itibar, işadamlarına imkân, insanımıza da huzûr ve refah sağlamaktadır…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.