Vatan
NATO’ya, CENTO’ya bağlıyız!
Bu ifade, 1960 darbesini Türkiye radyolarından ilan eden malum bildirinin en tuhaf kısmıydı…
Kimi darbeciler Çankaya’ya kimi siyasiler de darağacına çıktılar… Fakat hepsi de kendi devirlerinde batı yanlısı politikalara sadık kaldılar…
Yıllar boyunca karşı karşıya gelen cuntalar ve hükümetlerin belki de tek ortak noktası bu oldu…
Herkes, NATO’ya ve batı’ya sadık olduğuna göre, bu kadar siyasi arbede ve kayıp yıllar neden yaşandı diye sormadan edemiyor insan…
Çift kanaldan yürütülen batı yanlısı politikalar uğruna fena halde şarklılaştık…
Arenaya dönüşmüş siyasetin, küçük bir zümrenin parsellediği ekonominin, varlık içinde yoksulluğun, dağlarda susmayan silahların, darbe makinesi gibi çalışan cuntaların ve elindeki benzin tankıyla kıvılcım arayan medyanın artık bıktıran halleri başka bir anlama gelmiyor zaten…
Nedir bu halimiz?
Yıllarca her cinsinden psikolojik harekâta maruz kalmış bu milletin topyekûn cinneti mi?
Yoksa “köprüden önce son çıkış” tabelasının dikiz aynasından fark edilmesi mi?
Hiçbiri değil aslında…
Yakayı hudut dışındakilere kaptırmış olmamızdır…
Gres yağı gibi her tarafımıza bulaşmış ve içinden çıkılmaz hale gelmiş batı yanlısı politikaların, millete karşı hem cuntalar hem de hükümetler tarafından onlarca yıl zorla dayatılmasıdır…
Yıllardan beri Avrupa Birliği kapısında bekliyoruz…
“Hele bir peki desin ağalar, gör bak o medeniyetin ufuklarına doğru nasıl da kanatlanacağız!”
Al işte… Yunanistan topu attı… İspanya tıkandı… Macaristan ve İzlanda’nın canı çekildi…
Avrupa’nın torbasındaki bedava ekmek bitti… Fransa Cumhurbaşkanı bile araba fabrikalarında işçi vardiyası için rezalet çıkartıyor…
Yarın bize rest çekseler ne yapacağız?
Ağlamaklı gözlerle, kapı aralığından “Ağam, hani bizim bir batılılaşma işimiz vardı” mı diyeceğiz?
Uğrunda son iki yüz yılda çekmediğimiz sıkıntı, bulaşmadığımız kanunsuzluk kalmadı…
Yine de batılılaşamadık ama en alasından şarklılaştık…
Kabadayılığımız, yaygaramız, zorbalığımız, kanun tanımazlığımız bu yüzdendir…
Şarklılaşmanın, tedavisi zordur…
Kafanın, kendisini kabile reisi gibi bir şey zannetmesidir…
Hâlbuki bu ülke için politikanın ölçüsü, bu topraklarda yüzlerce yılda rafine edilmiş o muhteşem terkipten başka bir şey değildi…
Bizim bundan öte bir medeniyet menzilimiz olamazdı zaten…
Ecnebi okullarından yetişen nesiller bile, çıktıkları zihniyet serüveninde geniş daireler çizip yeniden başa döndüler…
İstiklal harbini, bağımsızlığın bedelini çok kolay unutup, son elli yıldan beri hudut ötesindekileri başımıza ağa belledik…
Gerilim, bunalım, korku, iç savaş tehdidi, vurgun ekonomisi, kriz ve fukaralık hiç bitmedi…
Hasan İzzettin Dinamo’nun şiirinde kestirmeden bir tahlili vardır bu durumun…
vatan,
tek keçisi haczedilmiş zaralı hasan...
vatan,
ağaların sürüleri uğruna
amasyanın akdağ yaylasında
birbirini boğazlamış iki körpe çoban…
vatan…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.