Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

‘Kişilere tapma hastalığı’, başka nasıl olur ki?

‘Kişilere tapma hastalığı’, başka nasıl olur ki?

İnsanın kendisine, ailesine, çevresine, topluma veya insanlığın tamamına faydalı hizmetlerde bulunmuş kimselere sevgi beslemesi, saygı duyması ve onları övmesinde anormallik yoktur.
Anormallik, bu kişilerin sevilmesi, sayılması veya övülmesinde sınır tanımaz boyutlara varılmasıdır.. Hele bir de, bunların zorla, kanun zoruyla veya başka zorlamalarla, sosyal baskılarla sağlanmaya çalışılması; zorla sevdirme, saydırma ve övdürmeye dönüştürülmesi, daha bir rezalettir.. Aynı durum, sevgi kadar nefret için de sözkonusudur.. Belli kişi veya konularda bir kişiyi veya toplumu zorla nefret ettirmek için, ne gibi şartlandırma programlarının nasıl tezgahlandığının nice örnekleriyle doludur, yakın tarihimiz.. Ve bütün beşeriyet tarihi de, bu gibi ‘ifrat’ veya ‘tefrit’ örnekleriyle doludur.
Ve diğer canlılar arasında da, birtakım itaat kuralları veya hattâ sevgi ve nefret bağlarının bulunduğu tesbit edilmiş ve hayvanlar arasında, kendilerine benzemeyen yaratıklardan korkma şeklinde bir içgüdünün, refleksin geliştiği de belirlenmiştir, ama, insandan başka canlıların hele de kendi cinsleri arasından herhangi birini yücelttikleri, putlaştırdıkları tesbit edilememiştir, hayvanların davranışlarını inceleyenlerce..
Ama, insanoğlu bu zaafla malûl olarak halkedilmiştir.. İnsanoğlu’nun binlerce yıllık tarihinde gönderilen sayısız Peygamberler de, insanın yaratılışındaki bu zaafın, onların bir imtihana tâbi tutulması hikmetine dayandığının bir göstergesi olsa gerek..
İnsan’ın bilinen tarihteki binlerce yıllık mâzisinde, insan aklı geliştikçe, matematik gibi soyut bilgi disiplinleri ve fizik- kimya, astronomi, tıb vs. tecrübî ilimler sâyesinde, maddî âlemin gizli sırları, kanunları keşfedilmiş, eşyanın yeni şekiller alması ve hayatın kolaylaştırılması adına, pek çok icad ve keşiflerlerde bulunulmuştur, ama, insan ruhunun özellikleri ve zaafları hep aynı kalmıştır.. Ve binlerce yıldan beri, milyarlarca insan bu dünyadan geçmiştir, ama, beşeriyyet tarihi, ilahî peygamberler ve takibçilerinin yolu ile; başkalarının özgürlüklerini yok edip, onları kendilerine kul etmek isteyen ve hayat haklarını haksızca kısıtlayan veya yok etmek isteyen zâlimler, firavunlar arasındaki mücadeleler tarihidir..
‘Peygamber’ kelimesi, türkçeye farsçadan gelip yerleşen ‘kendisine peygam/ peyâm gelmiş olan kimse’ demektir.. Peygamberlerin ‘vahy-i ilahi’ aracılığıyla insanlığa sundukları bilgilerin, sıradan ilham veya sezgiden veya her insanın beynine bir ilahî kodlamayla yerleştirilmiş melekelerle idrak olunan bilgi ve haberlerden temel farklarından birisi de, ilahî ve peygamberlerin hayatı şekillendiren bir ‘Kitâb’ ile, ‘ilahî hüküm’lerle olmaları ve onların, Allah’dan kendilerine nâzil olan o hükümlerin hayata hâkim kılınması için, çetin mücadeleler vermeleridir.. Ve dikkatle bakılacak olursa, bütün ilahî Peygamberlerin hedefi, maddî veya siyasî güç veya iktidar, saltanat ve mutantan bir hayat ve saraylar, vs. değil, insanın özgürleştirilmesidir.. İnsan’ı, kendisini halkedenin,/ ‘Yaratıcı’sının yaratmaktaki hedefinden uzaklaştırmaya yönelik şeytanî ve nefsanî zaaflardan kurtarmak ve onu zulmetten kurtarmak ve özgürleştirmek, peygamberlerin temel mesajıdır ve de üstlendikleri fonsiyonları... İnsanın, aç hürrler veya tok esirler halinde değil; özgürce ve adâlet üzere yaşamasını sağlamak..
âdem Safiyullah’dan, İbrahîm Khalilullah’a, Mîsâ Kelîmullah’dan îsâ Rûhullah ve Muhammed Habibullah (aleyhimusselam)’a kadar, bütün ilahî peygamberlerin verdikleri onca mücadelelerin özü, insanın özgürlüğünün korunması içindi; siyasî iktidarlar, maddî ve manevî güçler, menfaatler elde etmek için değildi..
Bütün ilahî peygamberler insanlara, ‘Lailaheillallah’ı telkın ve tebliğ etmişlerdir, Allah’dan başka bir ‘ilah’ kabul etmemelerini öğretmişlerdir.. ‘İlah, tanrı, god, theo, div, dieu,’ vs, yani, bu varlıklar âlemini, hayatı var ve yokeden, hayatın nasıl yaşanacağının genel çerçevesini koyan gücün sahibi..
Onun içindir ki, bir ‘hadis-i nebevî’ rivayetinde ‘Qûlû, lailahe illallah; tuflihû..’ (Allah’dan başka ilâh yoktur, deyiniz; kurtulunuz..’ denilmiştir.. Yani, insanın kurtulmasının yolu bu kadar basit.. Ama, elbette o ibareyi, sadece lafzen söylemekle değil, kalbimize ve beynimize nakşetmek ve oradan da, hayatımıza, şuûrlu olarak yansıtmak sûretiyle..
Ve ilginçtir, Peygamberler’in yolunu kesmekte tam başarı sağlıyamıyanlar, onlara karşı ‘putlaştırmak, ilahlaştırmak’ gibi tuzakları kurmak yolunu bile geliştirmişlerdir. Fir’avun, toplumuna, ‘Ben sizin Rabbinizim..’ derken, tahakkümü altındaki topluma, terbiye, davranış ve yaşayış kurallarını ancak kendisinin koyacağını ilan etmiş oluyordu..
Bu gibi örnekler, hemen hepimizin hayatını zorla muhasara altına almaya çalışmıyor mu?
Nice ‘zor ve zer’ (kabakuvvet ve servet) sahibleri kendilerini, bize ‘ilah’ olarak kabul ettirmeye, hepimizin hayatı üzerinde, kendi iradelerini, kabul edilmesi gereken temel değerler olarak dayatmaya çalışmıyorlar mı?
Onyıllarca önce ölmüş nicelerinin iradelerini bile, topluma, ‘kabulü mecburî değerler’ olarak sunmaya çalışanların hemen tamamı, o ölmüş kişilerden sonra dünyaya gelmiş olsalar bile, bize, kendi iradelerini modernlik ve hattâ özgürlük adına dayatmaya kalkışmıyorlar mı?
Bu, bütün dünyada da böyle ama, uzaklara gitmeye gerek yok, hemen kendi çevremizde de böyle değil mi?
Bu gibi, güce tapan ve güçlerini ‘resmî ideoloji’ haline getirip, onları, ‘ikon’laştırdıkları/ putlaştırdıkları’ birtakım isim, resim, heykel veya ‘değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahî edilemez ilkeler, kurallar yığını’ halinde, toplumun tepesinde hâkim kılma çalışmalarını ‘putlaştırmak’ şeklinde değerlendirdiğimizde, ‘Hayır, biz kimseyi putlaştırmıyoruz’ diye karşılık verirler; ‘putlaştırma’ların mahiyet ve uygulanış tarzı başka türlü imiş gibi, sanki..
Hâlâ, uyanmayanlara, ‘kişilere tapma hastalığı’nın, toplumumuzda giderek daha bir azgınlık tabloları sergilediğini göremeyenleri uyandıracak net beyanlar ortaya arka arkaya çıkıyor..
Nitekim, daha evvelki gün, İstanbul -çağlayan’daki bir mitingde, Şenay Güray isimli bir em. kadın pilot albay, televizyonlardan bütün topluma yansıyan bir feryad halinde, kendisi bile doğmamışken hayattan çekilen bir siyasî kişiye, ‘Sen…. Can çekişen bir hastaya şifa vermek üzere görevlendirilmiş, adı konmamış peygambersin. Sen, sarı saçlım, mavi gözlüm nerdesin!’ diye seslenebiliyordu.. Timur Selçuk isimli bir müzisyenin, aynı kişi için, ‘O benim için, ikinci derecede bir peygamberdir..’ demesi üzerinden bir ay bile geçmeden..
Halkımız, kendi inanç doğrularına göre özgürce yaşamak şuûruyla daha bir donanırken, laik-elitler taifesi de, daha bir hırçınlaşıyor. Danıştay Savcısı Tansel çölaşan daha dün, ‘kapanmayı isteyerek nasıl özgürleşilir?’ diyordu.. Bu sözlerin üzerine, CNN’de geçen hafta, ‘hangi kemalizm’ diye yapılan tartışmalardan, hele de Prof. M. Soysal’ın ‘laik kutsama’larından da müsaid renkler katabilirsiniz..


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi