Haksızlık ve zulmü kanıksama
Haksızlık ve zulüm ses duvarını aşınca gözden kayboluyor ama, bir kara yılan gibi gönüllere çörekleniyor. Bush’un 11 Eylül provokasyonuyla hızlandırdığı, Afganistan, Irak, Somali, Guantanamo, seyyar işkencelerle yağmur gibi yağdırdığı zulümler, artık çıplak gözle takip edilemez duruma geldiler. Onun için 15 Şubat 2003’te, Irak saldırısına karşı bütün dünyada meydanları dolduran tepki, her felakette tekrarlanmıyor. Anlamayana, söz söylenmez. Ama zulüm kaybolmaz, zalimin sonunu getirinceye kadar insanlık vicdanını yakar. Amerika’nın “şahinler” denilen güç ve Amerika halkı arkasına gizlenen saldırganlar, Evangelistler, Siyonizm ve İsrail, zulümleriyle, insanlık yüreğini tahrip etmekte ve kendi kendilerinin sonunu getirmektedir. Zalimlerin milletin gözüne baka baka zulümleri ve insanlık vicdanını yok sayarak zulme övgü dizen güç gösterisinde bulunmaları, Firavun, Nemrut gücüne erseler, kendi sonlarını hızlandırmaktan başka bir işe yaramamıştır, yaramaz.
8 Mart, “dünya kadınlar günü” ilan edilmiş. “Onlar ki verir laf ile dünyaya nizamat (düzenler) -Bin türlü teseyyüp (kayıtsızlık) bulunur hanelerinde (evlerinde)” Türkiye’de kadın haklarını çiğneyenler, bu kutlamayı da tersine çeviriyorlar. İnsanlık vicdanıyla alay ediyorlar. % 99’u Müslüman denen Türkiye’deki örtü yasağı, Yunan Hariciye Bakanı bayan Dora Bakoyanni’yi bile isyan ettirdi. Gelip Türkiye’de ilan etti. Ama utanan yok. Ne Hitler, ne Stalin, hiçbir zalim sağlıklı bir utanma duygusuna sahip olamamıştır. Utanma ile zulüm bir araya gelmez. örtünme yasağı zulmü ile Müslüman kadının okumasına, iş edinmesine imkan vermeyen zulmün mimarları, bir de kalkıyor “kızlar okumalı, haklarını savunmalı” gibi nutuklar atıp, televizyon ekranlarını şişiriyorlar. Okumak, hak aramak ha? O nasıl olacak? Siz zina yapan kadının öğretmenlik şerefine halel getirmediğine, başörtüsünü ise öğretmenlikle telifi mümkün olmayan bir utançmış gibi karar vermiyor musunuz? Şair, “Kafir ağlar bizim ahvali perişanımıza” demişti. Artık gelecek zaman kipine gerek yok. Ağladı, ağlattınız.
öfke ve kin kalpleri örtüp gözlerini buğulandırınca, kendi çirkinliğini toplumda, karşısındakinde görerek “herkesi kör alemi sersem zannediyorlar”. Hayat damarı kadar önemli olan okuma ve iş edinme hakkını ortadan kaldırmakla da kalmıyorlar. Müslüman kadın hastayı kolundan tutup devletin hastanesinden kovmaya çalışarak, hukuk, edep, vicdan, insanlıktan sıyrılıp, doktorluk yeminini tanımayanlar? İsrail, kurşunla yaraladığı çocukların tedavisine, Türkiye’de bir kısım kimseler de, Müslüman kadının devlet hastanesinde tedavisine imkân vermek istemiyor. Ve bu zulmün, böyle devam edemeyeceğini akıl edemeyecek derece ahmakça bir medyumluğa, emir kulluğuna saplanıyorlar. Neymiş, kıdemli Fransız masonları toplanmışlar, Türkiye’deki masonlara büyük güvenleri varmış, başörtüsüne izin vermeme görevini onlardan bekliyorlarmış. Milletin yüzde sekseni karşı olsa da, kıymeti yokmuş, başörtüsüne imkân vermemelilermiş.
“Dert söyletir” demiş atalarımız. Zulüm söyletince, asıl söylemek istediğim önemli bir hususa yer kalmadı. Kısaca ifade edelim ki, ev kadınını işsiz kimse olarak göstermek kadar büyük yanlış, bühtan olmaz. Müslüman ev kadını, 24 saat çocuklarının anne şefkat ve titizliği ile bakımcısı, eğitmeni, öğretmenidir, annedir, evinin reisidir. Yemeğinden temizliğine, hastalığına kadar her şeyinin sahibi ve birinci dereceden sorumlusudur. Bütün ev işlerini “a”sından “z”sine kadar tanzim eden, hizmetlerini gören, kocasına yardımcı olan insandır. Dışarıdaki memuriyet ve iş bir güçlükse, ev kadınlığı 10 güçlüktür. Elbette “iş kadını” da, tam veya kısmen ev kadınıdır. Ama iş kadınlığını, kadının asıl sorumluluğu ve en yüce meslek olan ev kadınlığı önünde bir değer mevkiine oturtmak, haksızlığı aşan ciddi bir zulüm neticesi doğuracak önemli bir yanlıştır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.