İrfan Gündüz

İrfan Gündüz

Egemenlik Kavramı Üzerine…

Egemenlik Kavramı Üzerine…

Demokrasiler, halkın kendi kendisini yönetmesi ilkesine dayanır. Bu ise kendileri adına karar alacak kişileri seçmeyi sağlayan oy vermenin yanında, referandumlar gibi doğrudan veya miting, gösteri ve yürüyüş gibi dolaylı yollarla sağlanır. Hoşgörü ortamında tüm fikirlerin rahatça yarışabildiği bir rekâbet ve siyâsî eşitlik içinde gerçekleştirilen seçimlerle seçilenlerin iktidâra getirilmesi demokrasilerin en önemli niteliğidir.
Bir cumhûriyetin, demokratik cumhûriyet olabilmesi için, halkların gönüllü olarak tüm kesimlerinin, çoğulcu ve özgür irâdeleri ile yönetim ve denetim süreçlerine doğrudan katıldığı, demokrasiyi tüm sivil kurum, kuruluş ve kadroları ile var ettiği ve çok kimlikli, değişik inançlı ve çeşitli kültürlerin bir mozaik oluşturacak şekilde bir arada yaşamasına imkân veren bir devlet yapısının gerçekleştirilmesi gerekir.
Egemenlik, bir devletin ülkesi ve insanları üzerindeki yetkilerinin tümünü ifâde eder. Bir başka deyimle egemenlik; Devlet'i başka tüzel kişiliklerden ve örgütlenme biçimlerinden ayıran özelliktir. Kaynağını millî irâdeden almayan devlet egemen olamaz olsa da kalıcı olmaz.
Klasik dönem düşünürlerinin hemen hepsinde egemenliğin nihâî kaynağı olarak halkın irâdesi gösterilir. Devletin bir "Toplum Sözleşmesi" ile kurulduğu görüşü de aynı düşünceyi ifâde eder. Ancak ilk kaynağı halk olan egemenliğin nasıl ve ne ölçüde yöneticilere aktarıldığı, sınırlarının ne olduğu, o sınırlar aşıldığı zaman hangi tedbirlere başvurulacağı, egemenlik aktarımından sonra halkta hangi güçlerin kaldığı, tartışma konuları olarak kalır. Egemenliği halka dayandıran görüşle demokrasi fikri, ilk kez 19. yüzyılda bağdaştırılmaya çalışılmış ve bu fikir ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında genel kabûl görmüştür.
Egemenlik kavramı, uzun süre kamu hukûkunda, siyâset felsefesinde ve klasik politika biliminde merkezî bir yer tutmuş ve çeşitli teorilerin temel dayanağı olmuştur. Özellikle bu kavramla ilgilenenler, egemenliği modern devlet kavramı ile birlikte incelemişlerdir. Bu klasik yaklaşım, egemenliğin uzun süre devletin temel niteliğini ve onun ayırt edici ölçüsünü oluşturduğu görüşüne dayanmıştır. Hukûkî bir yanının olmasına rağmen, son dönemlerde gittikçe daha fazla bir biçimde siyâsî iktidâr kavramıyla birlikte ele alınması, egemenlik ile siyasî otorite arasındaki târihî ilişkiyi önemli kılmaktadır.
Ortaya çıkış sürecinden beri değişik anlamlarda kullanılan egemenlik kavramı dar anlamıyla, devletin, sınırları belirlenmiş toprakları üzerinde bir başka erkin güç kullanmaması anlamına gelmektedir. Ancak, egemenlik böyle tanımlanmaya başladıktan sonra, bir yandan egemen gücün sınırları sorunu ortaya çıkarken, diğer yandan gücün kaynağı itibarîyle meşrûiyeti meselesi gündeme gelmektedir.
Bu bağlamda bir kısım düşünürler egemenliği sınırsız, süresiz ve mutlak bir güç olarak ortaya koyarken, diğerleri bunu sınırlandırmaya ya da birkaç elde bölmeye çalışmıştır.
Günümüzde gelinen nokta ise egemenlik, sınırsız yetki ve denetim hakkından çok, insan hakları, vatandaşların hukûk önünde eşitliği, hak ve ödevlerden eşit bir biçimde yararlanma gibi durumlarla sınırlanan bir unsur olarak dikkat çekmektedir.
Egemenliğe bakış, devlet erkine yüzyıllardır getirilen yaklaşımları ortaya koymaktadır. Tanrı, toplum, halk, ideoloji, millet gibi kavramlar adına, siyasi iktidârı ya da devlet erkini mutlâkıyetçi bir biçimde ele geçiren sistemler, denetimsiz ve sınırsız güç kullanma iddiâsında bulunmaktadırlar. Özellikle ulusal devletlerin ortaya çıkmaya başladığı on yedinci yüzyıldan itibaren, devlet erkini eline geçiren güçler, bu gücün meşrûiyeti meselesini aşmak için topluma dayanma yolunu seçerken bile, bu gücün kullanımı esnasında, birey ve toplum haklarını hiçe saymışlardır.
Nitekim bu süreç, ilk önce uluslararası alanda egemen eşitlik prensibinin gelişmesine yol açarken, ulusal anlamda da, demokratik ilkelere dayalı devlet sistemlerinin gelişmesine yardımcı olmuştur. Bu bağlamda birey haklarının ve özgürlüklerinin genişletilmesi demokratik bir hukûk devletine geçişi simgeler. Nitekim çağdaş demokraside de, çoğunluk oylarına sahip bir iktidârın yetkilerinin sınırsız olmaması gerektiği savunulurken, bireyin haklarının iktidâra karşı korunduğu bir sistemi ifâde etmektedir.
Çağdaş demokrasilerde yöneticilerin sınırsız güç ve yetkilere sâhip olmadığı herkes tarafından kabûl gören bir yaklaşımdır. Dolayısıyla, çağdaş egemenlik anlayışı da, devletin ülke sınırları içinde en üstün ve yüksek, hiçbir kurumla paylaşılamayan, devredilemeyen, aslî, kayıtsız ve şartsız iktidârından ziyâde, hukûk kurallarıyla ulusal ve uluslararası alanda sınırlandırılmış, bu bakımdan keyfî uygulamaların olmadığı, meşrûiyetini halktan ve uluslararası hukûk normlarından alan, temel insan hakları ve hürriyetlerini koruyan ve geliştiren, çoğunluğun yanında azınlığın da haklarını eşit şartlarda kullanabildiği bir anlayışı ifâde etmektedir.
Güçler ayrılığı ilkesi; yasama, yürütme ve yargı kurumlarının, devletin farklı organlarında bulundurularak iktidârın tek elde toplanmasını engellemek ve bu üç kurumun birbirlerini denetleyebilmesini sağlamak anlamına gelir. Buna göre yasama ve yürütme güçlerinin bir elde toplandığı rejimlere “güçler birliği”, bu yetkilerin birbirinden bağımsız ayrı organlara verildiği sistemlere ise “güçler ayrılığı” sistemleri adı verilmektedir.
Güçler ayrılığı, demokrasinin vazgeçilmez niteliklerinden biridir. Fakat bu terimden anlaşılanın ne olduğu ve içinin nasıl dolduğu demokrasi biçiminin temellerini oluşturur. İktidarı; merkezle yerel yönetimler “dikey”, yasama yürütme ve yargı da “yatay” olarak paylaşırlar. İngilizce “seperation of powers” teriminden gelen bu kelime; yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden bağımsız olması gerektiğini tanımlayan güçler ayrılığını açıklamamaktadır. Ülkemiz için durum “güçler birleşimi” terimi ile daha iyi açıklanabilir. Güçler ayrılığı daha çok başkanlık sisteminin olduğu ülkelerdeki durumu açıklamakta, fakat, parlamenter sistemdeki yürütme ve yasama arasındaki ilişkiyi açıklayamamaktadır. Parlamenter sistemlerde yasama; yürütmenin daha çok etkisi altında ve pasif bir siyasî yapı arz etmektedir.
Bununla birlikte, iki sistemde de yargının diğer iki erkle arasındaki ilişki hemen hemen aynıdır. Yargı târihin her döneminde bir güç olmuştur. Metâfizik dönemde mistik, teolojik dönemde ilâhî, pozitif dönemde lâik bir güç ola gelmiştir. Yargıyla diğer erkler arasındaki mücâdele siyâset bilimi açısından, daha farklı değerlendirilir. Siyâset bilimi bu mücâdeleye güçlerin muhâfazası açısından bakmaktadır. Bu muhâfaza demokrasi için olduğu kadar, bireysel veya örgüt çıkarları için de olmaktadır.
Sınırlandırma konusunda en aktif olan erk, yargı erkidir. Yüksek yargı, anayasal görev ve yetkileriyle yasama ve yürütme erklerinin tüm (asker kanadı hâriç) faaliyetlerini denetlemekte, sınırlandırmakta ve hattâ sonlandırabilmektedir. Fakat yargı üzerinde hiçbir denetleme ve sınırlandırma yoktur. Yargıyı sınırlandırabilecek tek güç yine yargıçlardır. Hukûkun üstünlüğü herkes tarafından kabul edilse bile, bir erk olarak yargının diğer erklerden üstünlüğünden bahsedemeyiz.
Bu bağlamda yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı önemli bir konum teşkîl etmektedir. Yargı bağımsızlığı; teorik olarak yargının yürütme ve yasamanın etkisi altında kalmaması diye açıklanabilir. Fakat yargı sâdece bunlardan değil toplumdaki tüm özne ve güçlerden bağımsız olmalıdır. Toplumdaki ideolojiler yargıçların ideolojileriyle hem kesişebilmekte hem de çatışabilmektedir. Bu çatışma ve kesişme, yargının kararlarını etkilememelidir. Bu kesişmelerin veya çatışmaların ortaya çıkmasındaki en önemli unsur yargıçların ellerinde bulunan yorum yetkisidir.
Bazı düşünürler, yargının yaptığı işi teknik ve bilgiye dayalı bir iş olarak görmekte, bu yüzden yargıçların, yasama ve yürütme erklerine tecâvüz etmesinde bir sakınca görmemektedir. Oysa yargının bilgiyle birlikte en fazla kullandığı araç, yorumdur. Bu yorum da sâdece yasama ve yürütmeden değil, toplumdaki diğer özne ve güçlerden bağımsız olmalıdır. Yargı önüne gelen olayları belirli yazılı metinlere göre yorumlamaktadır. Yorum bir bilgi alanı değil, irâde alanıdır. Yorumlar bilgiye dayalı yapılsa bile, doğruluğu tartışmalıdır. Bu yüzden yargı, irâde alanının içinde karar vermektedir. Bu irâde alanını denetleyecek kişiler, yukarıda bahsedildiği üzere yargıçların kendisi, yani yorum sâhibi kişilerdir.
Yargıçlar seçilmiş organların siyâsî takdir yetkilerine müdâhaleden kaçınırlarsa bu “kendi kendilerini sınırlama” anlamına gelecektir. Yüksek yargı, bireysel ve siyasal hak ve özgürlükler konusunda kendi kendini sınırlayıcı bir yaklaşım izlerken, özellikle lâiklik ve üniter devlet ilkeleri konusunda anayasal yetkilerini yorum yoluyla sürekli genişleten bir tutum izlemektedir.
Bu durum bazen siyasîlerin alanına bir müdâhale olarak ortaya çıkmış; yargıçlar bazen kanun koyucu, bazen de kanunları uygulayıcı konumuna gelmişlerdir.
Yargı erki, yasama ve yürütme erkinden ayrı değilse, özgürlük mümkün değildir. Yargı erki yasama erki ile aynı kişide veya kişilerde birleşirse, vatandaşın yaşamı ve özgürlüğü keyfî denetimlere açık olur. Çünkü yargıç, aynı zamanda kânûn koyucu olmuştur. Yargı erki yürütme erki ile birleşirse, yargıç baskıya baş vurabilir.
Burada yargı ve yürütme erklerinin aynı kişilerde toplanmasının mahzûrları bilinmekle berâber, bazen yargıçlar tutundukları yaklaşımlarla kânûn koyucusu ve uygulayıcısı durumuna gelebilmektedir. Bu durum, yönetim biçimini millet irâdesinin elinden alıp “yargıçlar hükümeti”ne dönüştürmektedir. Bu durum, “seçmen irâdesine” konulmuş bir ipotek ve özgürlüklerin kısıtlanması anlamına geldiği kadar, seçilmişler-atanmışlar arasındaki çatışmayı da artırarak ülke yönetimini zorlaştırmaktadır.
Siyâsetin yargıya olan müdâhalesine odaklanarak yargının siyâsete olan müdâhalesini görmemek siyâset biliminin eksikliği olarak görülebilir. Bu yüzden bu karşılıklı müdâhalelerin ikisine de eşit miktarda önem vermek ve üzerinde düşünmek gerekmektedir. Siyâsetin hukûksuzlaşması ne kadar tehlikeli ise, hukûkun siyasallaşması da en az bunun kadar tehlikelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İrfan Gündüz Arşivi