Zorunlu din dersi

Zorunlu din dersi

üniversitelerde başörtüsünü artık tartışılamayacak bir şekilde serbest bırakan Anayasa değişikliğine karşı bazı rektörlerin direnişi sürerken yeni bir "Anayasa-tanımazlık" tutumu da Danıştay'ın din dersi ile ilgili kararıyla çıkageldi.

Yanlış anlaşılmasın, din derslerinin bugünkü uygulamasının asla savunulacak bir tarafı yok. Bir insana veya bir ebeveynin çocuklarına zorla, istemedikleri belli bir dinin eğitiminin veya telkininin yapılması büyük bir zulümdür. Din eğitimi ebeveyne bırakılması gereken bir konudur. Ebeveyn kendi çocuğunu isterse ateist olarak veya hangi din veya mezhebe göre eğitmek isterse eğitebilmelidir.

Ancak bütün yanlışlığına rağmen Danıştay'ın bu konudaki kararı tam bir görev sınırı ihlali, çünkü din derslerinin zorunlu olması bir Anayasa hükmüdür ve bunu hiç kimsenin iptal veya tanımazdan gelme yetkisi hiç bulunmuyor.

Danıştay kararını eleştiren Diyanet İşleri Başkanı'na karşı Barolar Birliği tehditkâr bir cevap vermiş ve Danıştay kararını kast ederek, mealen "hiç kimsenin mahkemelerin kararını tanımazdan gelemeyeceğini" söylemiş. Ama bunu söylerken Danıştay kararının nasıl bir temelsizliğe oturduğunu görmezden gelmiş. Danıştay Anayasa'da açıkça yazılı olan bir hükmü resmen tanımayan bir tutum içinde din dersini zorunlu olmaktan çıkaran son derece garip bir hükme imza atmış.

Bence bugün esas görülmesi gereken konu budur. Din derslerinin zorunluluğunun mantığını ayrıca konuşalım. Açıkçası bu bir 12 Eylül uygulaması olarak ve bir an önce değiştirilmesi gereken bir uygulamadır. Ama sonuçta yanlışsa bile anayasa metninde yer bulan bir hükmün yine anayasal bir kurum olan Danıştay tarafından kolaylıkla ihmal edilebilmesinin çok basit nedenleri vardır.

Konu din olunca bazı kurumlar kendilerinde hukuku çiğneme konusunda sınırsız bir cesaret bulabiliyorlar. Oysa şayet Danıştay kararında belirtildiği gibi derslerde belli bir dinin telkinine dönüştüğü için öğrencinin seçme özgürlüğünü ihlal ettiği düşünülüyorsa, okullarda okutulan diğer derslerin çoğunda bu ihlal çok daha fazla yaşanmaktadır.

Açıkçası Milli Eğitim sistemimiz dünyanın başka hiçbir yerinde görülmemiş biçimde son derece ideolojik içeriklidir. öyle bir ideoloji ki bir dinden çok daha fazla dogmatik bir temelde işliyor.

örneğin, tarih derslerinde gerçeklerle hiçbir alakası olmayan mitolojik kahramanlık hikâyeleri okutulurken, anlatımlar yanıbaşımızdaki komşularımıza düşmanlık ve nefret aşılayacak göndermelerle doludur. Bir Türk'ün dünyaya bedel olduğu gibi, bugünün dünyasında hiçbir faydası olmayan, sadece milli megalomaniler üreten söylemlerle körpe dimağlar yetiştirilirken bunlara hangi ebeveynin razı olduğu hiç kimseye sorulmuyor bile.

Fen derslerinde modası geçmiş bağnaz bir pozitivist müfredat çocukları herhangi bir dinin etkileyebileceğinden kesinlikle daha az etkilemiyor. Kimseye kendi çocuklarının bu ilkel müfredatlarla eğitilmesine itiraz hakkı bile tanınmıyor. Ama din derslerine biraz daha kolay itiraz ediliyor. Bunun bir sebebinin de yine tam da bu eğitim sistemimizin bir din gibi benimsetmiş olduğu laiklik anlayışımız olduğu çok açıktır. Asıl tehlikenin bu tür bir eğitim olduğunun bundan daha iyi bir kanıtı da olamaz. Bu laiklik anlayışı din konusunda fonksiyonel anlamda bir dinsel tarafsızlık aramıyor, aksine kendi sembolleri ve kutsalları fena halde şekillenmiş bir laikliğin duyarlılıklarıyla hareket ediyor. Din derslerine de dinsel tarafsızlık adına değil, laiklik süsü verilmiş başka bir dinsel söylemin duyarlılıkları adına itiraz ediliyor.

Oysa dediğim gibi itiraz edilecek ve zorunluluğu dürüstçe ele alınacak olan bütün eğitim müfredatı olmalıdır.

Ayrıca din dersleri ile ilgili tartışmanın sürekli Alevilik-Sünnilik ekseninde yapılmasının Alevilere büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Bu derslerde okutulan konuların Sünnilik aşıladığı tam bir yalandır. Bu derslerin öğrencilere Sünniliği, hatta Müslümanlığı zerre kadar sevdirdiğine dair en ufak bir işaret yok. Aksine öğrencileri dinden soğuttuğuna dair işaretler daha fazladır. Yine de nasıl oluyorsa siyasi tartışmalar bağlamında haksız yere Müslümanlık'la veya dindarlıkla özdeşleştirilmiş olan din eğitimine Aleviler için de radikal bir muhalefet rolü yazılıyor. Böylece Alevilik Müslümanlık'la ilgili her şeyin muhalifi olarak zihinlere kazınıyor.

Oysa zorunlu din eğitimi Müslümanların eğitim ihtiyacına karşılık vermediği gibi, bu haliyle pekala bütün dinlerin bu arada İslam içindeki farklı mezhep ve meşreplerin (Hanefi, Şafii, Alevi, Sufi) tanıtıldığı bir muhtevaya kavuşturularak sürdürülebilir. Zorunlu eğitimi baz aldığımızda dinler hakkında bilgi sahibi olmak da bu eğitimi tamamlayan bir şey olarak düşünülmeli. Bu bir dini zorla benimsetmek için değil, tam da komşusunu tanımak, duyarlılıklarını öğrenmek ve ona göre daha saygılı davranabilmek, daha medeni olabilmek için, yani Türkiye'nin toplumsal barışının temini için gerekli bir şeydir. Meseleyle ilgili tavırları dine karşı olanlar ve olmayanlar arasında taksim etmenin kimseye bir faydası yok. Konu eğitimde devletin ebeveyn haklarını tanımamasıyla ilgilidir.

Bu arada daha önce de bu sütunda konu etmiştik hatırlarsanız, devletin zorunlu din dersine de diğer alanlardaki ideolojik eğitime de yönelik eleştirilerinden dolayı haklarında 301. maddeden dava açılmış olan İLKAV başkanı Mehmet Pamak ile öğretmen-Sen Başkanı Yusuf Tanrıverdi'nin yargılanmalarına bugün devam edildiğini hatırlatalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi