9. Demirelius’un ‘inci’leri, ve..
Yunanistan Dışbakanı Dora Bakoyanni bile, (ki, konumuz itibariyle onun bir kadın olduğu da gözönünde bulundurulmalıdır) ‘kadın kendini ifade etmek isterken, başını kendi hür iradesiyle örtmek istiyorsa, ona yasak getirmenin kabul edilemezliğini, örtünmenin kişinin kendini ifade etmek için yaptığı bir tercih olduğunu ve böyle bir durumun, kamu düzeni için tehdid oluşturacağı iddiasının kabul edilemezliğini’ söyleyebilirken..
-Hasan Celâl Güzel’in sık sık kullandığı deyimle- ‘9. Demirelius’, siyasî hayatı boyunca kendisini sorgulayanlara karşı söylediği, ‘bazı sırlarım var ki, onları mezara götüreceğim..’ şeklindeki ap-açık beyanlarında gizlenmesi muhtemel tarihî misyonunun yeni işaretlerini verircesine, ‘türbanın, mâsûm bir simge olmadığını ve şeriat devleti arayanların aracı olduğunu, bunun özgürlük olarak değerlendirilemeyeceğini’ söylemiş. Bu sözleri, annesi (ümmühan Teyze), duysaydı ve örtüsünün kendi oğlu tarafından bir tehdid ve tehlike olarak algılandığını dünya gözüyle görseydi, rahmetli Necîb Fâzıl’ın ‘Do… yavrulayan kısrak tepinir..’ mısraını tekrarlayamayacağına göre, nutku tutulurdu herhalde..
Demirelius’un sözlerindeki tutarsızlık, çelişki, karışıklıkları okurken, ‘bazı yaşlanmalarda, beyinde, fazla mikdarda mayi birikmesi hasebiyle, kişinin muhakeme gücünde karışıklıklar olabileceği’ne dair laboratuar bulgularını hatırladım..
9. Demirelius diyor ki: ‘Türban denilen hadise aslında tesettürün, örtünmenin başlangıcıdır. (…)Toplum türbanı destekleyenler ve karşı olanlar şeklinde ikiye bölünmüştür. Hatta aileler bölünmüştür, evler bölünmüştür. Bölünmüşlükten şikâyetim var. (…) Türban islâmın şartı değildir, ancak bazı Müslümanların uyduğu hususlardan birisidir. (..) Bugün, dinin birtakım kuralları uygulanmamakta, onun yerine çağdaş hukuk uygulanmaktadır. Yarın siz, bu uygulanan çağdaş hukukun kurallarına, ‘Biz islâmı yaşamak istiyoruz, islâma uygun değildir’ deyip itiraz edebileceksiniz. Netice itibariyle bu, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin üstüne oturduğu devrime itiraza varabilecek hususları bünyesinde taşır.
TC. bir modeldir: (…) Demokrasi, cumhuriyetin demokrasiyle, demokratik cumhuriyetin moderniteyle, demokrasi-cumhuriyet-modernitenin laiklikle, bu dördünün islâmla bağdaşabileceğini kabul etmenizle mümkündür. Derseniz ki, dünyayı tanzim eden islâmi kuralların dışına çıkamazsınız o taktirde ‘dâr-ul harb’ olur, Müslüman halklı ülke olmaktan çıkarsınız, bu takdirde demokrasi olmaz. Umarım ki, tartışmalar bu uç noktalara varmaz..’
Demirelius, bu arada, ‘Eğer başını bağlamış olanlar, bağlamamış olanlara dinsiz diye; ya da bağlamamış olanlar da bağlamış olanlara yobaz diye bakarlarsa, yine büyük bir ayrışma olacaktır. Durup durduğumuz yerde, bir milyonu aşkın kız öğrencisi bulunan üniversitelere, bu ayrımcılığı getirmemeniz lâzımdı..’ gibi, iki tarafı memnun edecek laflar etmiş.. Sonra da, ‘Bu hadise Türkiye’yi yönetenlerin, Türkiye’nin tümünün değil, bir kısmının hükümeti olduğu gibi bir tavır takınmalarına da sebep olmuştur.’ diyor.. Demirelius; meydanlarda ‘Kur’an’ öperek siyaset yaptığını hatırlamak istemeksizin. Ne de olsa, ‘dün dündür, bugün de bugün!’
*‘Emrediyorum, ‘ulus-devlet’ peşin hükmüyle düşün!
Genelkurmay Başkanlığı’nın ‘küresel terörizmle mücadele’ adı altında tertiblediği ve 700’e yakın akademisyenin katıl(ımının sağlan)dığı sempozyumun açılış konuşmasıyla, Gen. Kur. Başk. Büyükanıt, ‘önyargılardan sıyrılarak birbirimizi anlamak’tan bile sözediyordu.. Bu yüzden, bu sempozyumun ‘emretmeksizin düşünmek erdemi’nin kavranılmasına vesile olabileceği gibi bir hayale bile kapılmak üzereydim ki; onun, terörizmin hedefinin ‘ulus-devlet’i zaafa uğratmak olduğu ve bunun için de, aynı nitelikteki ‘ulus-devletler arası işbirliği gerektiği’ne dair sözleriyle uyandım. çünkü, Sinan çetin’in kısa metrajlı, ‘Emrediyorum, mutlu ol!’ güldürüsündeki gibi bir havayla, ‘emrediyorum, ‘ulus-devlet’çi ol!’ telkıni yapılıyordu. Kezâ, ‘Küresel terörizm’i sadece öyle bir temel saike bağlamak bile, bu sempozyumda, konuya sağlıklı şekilde yaklaşılamayacağını göstermektedir. çünkü, o açılış konuşmasıyla, bu sempozyuma, diğer bütün ön yargıları terkedip, sadece bu peşin hükümle yaklaşılması gerektiğini hatırlatması yapılmış oluyordu.. ‘Bilgi çağı, siber terörizm’ vs. gibi terimlerle konuşup, internetten yakınmanın sağlıklı düşünmeye yetmeyeceği farkedilmelidir.
Bu arada, Büyükanıt’ın, terörün herkesi vurabileceğine dair görüşünü pekiştirirken, ‘bir parmağın sızısı, diğer bütün organları da etkiler..’ benzetmesi yaptığı da görülüyordu. Ama, bu sözü, bir uluslararası sempozyumda, ‘yüce’ diye kutsayarak andığı M. Kemal’e atfetmesi, resmî ideolojinin kişileri tabulaştırma eğiliminin nerelere vardığını gösteriyordu. Halbuki, o söz, Resul-i Ekrem (S)’e aid ve islâm Milleti’nin birliğinin zarûretini hatırlatma bâbında söylenmiş mütevatir bir ‘hadis’dir.. Hemen her müslüman, onu defalarca duymuştur.
Ayrıca Büyükanıt’ın, dün, ‘Baykal’ın sözlerini hakaret saydık, cevabî açıklamayı bizzat ben kaleme aldım..’ demesi de ilginç.. Bu söz, bazılarını rahatlatsa da, bir ‘devlet memuru’nun siyasetçiyle tartışması açısından son derece tehlikelidir.. Başbakan Erdoğan ona da karşı çıkmalı, ‘Bir sözünüz varsa, bana söyleyiniz, siz açıklama yapamazsınız’ diyebilmelidir.. Siyasetçilerle ‘memur’ ve hele ‘asker’ memurların söz dalaşına girme hak ve yetkisi olamaz..
*Sövgücü bir em. generalden iddialar..
Bir em. tümg., O. özbek.. Bu ismi müslüman halkımız kolayca unutmayacaktır, herhalde..
Bu kişinin, 28 fiubat Zorbalığı günlerinde, zamanın Suûd Kralı Fahd için ‘pez.. deyy…’ diye ve onun davetiyle Hacc’a giden dönemin TC. başbakanı Erbakan’a da, ağıza alınamayacak en galîz kelimelerle tv. ekranlarından, ‘Adam olsan onun davetini kabul etmezdin..’ diyen bir kişi olduğu, nasıl unutulabilir? O zaman Başbakan Erbakan Gen. Kur. Baş. Karadayı’ya ‘gerekli işlemin yapılması’ için bir resmî yazı yazmasına rağmen, onun sümenaltı edilmesi; o çirkinliğin, şahsî bir zaaf değil, bir kurum olarak tezgahlandığını ortaya koyuyordu
Bu kişi, 2002’de emekliye sevkedildi, başka etkenlerle.. Ve yaptıklarından dolayı bir özür beyanında da bulunmadı.. Sonra, bir siyasî parti kurdu, havasını aldı.. Ama, hâlâ, sağda-solda atıp tutuyor.. Konuşmaları da, sırf, o küfürbaz şöhreti sebebiyle, medyada yer buluyor olmalı..
fiimdi de, 1998 ve 2000’lerde, (yani henüz general iken) A. Gül ve T. Erdoğan’ın, kendisiyle görüşme yolu aradığı ve diğer bazı iddialarda bulunuyor. Elbette bu iddialar da tartışılabilirdi. Ancaak, ‘Bir fâsık, size bir haber getirdiğinde..’ ölçüsü unutulmamalıdır.. Ayrıca, önce kişinin, muhatabının kimliğini, muhatab olarak kabul edilip edilmeyeceğini bilmesi gerekir..
Ama, dilini frenleyemeyen, en ağır küfürleri generallik günlerinin efeliğine paralel olarak hâlâ da sarfedebilen böyle bir kişiyle neyi, nasıl tartışacaksınız?
Ki, bu kişi, bu son konuşmasında, ‘o iklim şartlarında kara harekâtı’nı yaptığı için, Büyükanıt’ı da eleştiriyordu..
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.