Abdullah Yıldız

Abdullah Yıldız

Rasim Özdenören’le “Zihinsel Hicret”e Doğru...

Rasim Özdenören’le “Zihinsel Hicret”e Doğru...

Araştırma ve Kültür Vakfı’nda her ay yaptığımız “Geçmişten Geleceğe Ko(nu)şanlar” söyleşi dizisinin bu ayki konuğu mütefekkir ve yazar Rasim özdenören Ağabey idi. 8 Mart 2008 Cumartesi akşamı gerçekleşen sohbet; 2007 Nisan’ındaki sohbetin devamı niteliğindeydi. 1940 Maraş doğumlu olan özdenören’le geçen yıl; gençlik döneminden başlayarak yazarlığa ilk adım atışını, ikiz kardeşi Alaaddin ile arkadaşları Cahit Zarifoğlu ve Erdem Beyazıt’la birlikte girdikleri arayış serüvenini, üstad Sezai Karakoç’la tanışmasını, Ankara’da Mavera dergisini çıkarmaya başlamalarını, Ebû Zer hadisinden etkilenerek dergi binasında her gün çorba kaynatmalarını... adeta bir öykü tadında anlatmış ama sözleri bitmemişti. (Bunları Umran dergisinin Mayıs/2007-153. sayısında özetlemiştim.) Rasim Abi, Cumartesi günü kaldığı yerden devam etti. Bu kez, renkli hayat öyküsüne ilaveten kitaplarından, yazılarından, temel fikirlerinden de konuştuk; be-tahsis “zihinsel hicret”i ve “yeniden inanma”yı tavzih ve tasrih etmesini istirham ettik.
üstad Sezai Karakoç’la ilk tanışmasında “bir dehâ ile karşı karşıya olduğunu” hemen farkeden ve o günden itibaren irtibatını hiç kesmeyen Rasim özdenören ağabey, bir ara üstadla teati ettikleri çok sayıdaki mektuptan söz etti. iki sıkı dostun hasbihalinin ötesinde edebî ve fikrî değeri pek yüksek vesikalar niteliğindeki bu mektuplar, unuttuğumuz nice kadîm değeri hatırlatması bakımından hayli anlamlı idi doğrusu.
ikiz kardeşi Alaaddin özdenören ve yakın dostu Cahid Zarifoğlu ile birlikte Necip Fazıl Kısakürek üstadla tanışmaları da bir başka güzel hatıra. Maraşlı olduklarını ve annelerinin de Kısakürekler’den geldiğini öğrenince özdenören’lerle yakından ilgilenen üstad, ailesinin şecere kayıtlarını çıkardığını, dayılarının adlarını söylerlerse -zira Osmanlı kayıtlarında sadece erkek isimleri kaydedilirmiş- soylarını tespit edeceğini söyler. Nitekim Dulkadiroğullarına uzanan sülaleleri hakkında onlara önemli bilgiler verir. O aralar Son Posta gazetesinde yazmakta olan N.Fazıl, ertesi gün bir yazı kaleme alır ve bu yazıyı gazeteye götürme görevini Alaaddin özdenören’e verir. Vapurda giderken yazıyı okuyabileceğine dair Sezai Karakoç’un cevazı üzerine merakla zarfı açan Alaaddin Abi merhum, hayretle, üstadın Maraş’tan istanbul'a gelmiş olan ikiz kardeşleri anlattığını görür. üstad, onlar hakkında şu övgü dolu ifadeyi kullanmaktadır: “Aradıkları güneş ceplerinin astarında ama farkında değiller."
Rasim özdenören’le, “zihinsel hicret”in ne olduğunu ve bu hicretin nasıl gerçekleştirileceğini de konuştuk.
Rasim Ağabey, Tanzimat’la başlayan tarihi kırılmayla kavram ve anlam dünyamıza giren “hürriyet”, “demokrasi” gibi kelimelerle sonraları yine Batı’dan ithal edilen “liberalizm”, “insan hakları” gibi yaldızlı kavramların zihinlerde ciddi manada kirlenmeye yol açtığını; dahası, ‘islâm’da da hürriyet var, meşveret, demokrasi var, insan hakları var’ denerek özde “tağutî zihniyet”i yansıtan bu kavramlara islâm’dan icazet aranmasının da Müslümanları kurulu düzene köle yaptığını vurgulayarak izaha başlıyor. Bu noktada, Rasûlüllah Efendimiz’in(s.) Mekke’den Medine’ye hicretinin tarihi detaylarından ziyade şu hukukî boyutunun çok iyi anlaşılması gerektiğinin altını çiziyor: Müslümanlar, hicretle ilk kez Kureyş karşısında müstakil bir cephe oluşturdular. Mekke’deyken Kureyş’in hükümranlığı altında ve kurulu düzenin hukukuna tabi yaşayan Müslümanlar, Medine’de islâm’ı bütün kurumları ve kavramları ile inşa ettiler... Peygamberimiz’e(s.) yapılan, ‘istediği kadar servet, kadın veya Kureyş’e liderlik’ teklifine, Efendimiz’in; ‘Bir elime ayı bir elime güneşi verseniz, bu teklifinizi kabul etmem’ cevabını vermesi, aslında zihinsel hicretin temeli oluşturdu. Efendimiz (s) şöyle düşünebilirdi: ‘Ben bunların başına geçeyim de kurulu düzenin imkânlarını kullanarak tebliğimi daha kolay yapayım.’ Hayır, O (s.) bunu şiddetle reddetti ve bu duruşu Kâfirûn suresiyle teyid edildi. Müslümanca tavır işte bu. Zira, kurulu düzenin imkânlarından yararlanmak, onun hukukuna tabi olmakla mümkün. Kaldı ki Kureyş bunu teklif ederken ‘davandan vazgeç’ demişti. Yani, ya kurulu düzenin şartlarına uyup davandan vazgeçeceksin ya da onların albenili teklifini elinin tersiyle itip bildiğin yolda yürüyeceksin. Bugün biz, kurulu düzenin bize öngördüğü şartları kabul ederek Müslümanca yaşayabileceğimizi düşünüyoruz. Hâlbuki kurulu düzenin şartlarına ram olduğunuz müddetçe, teorik olarak Müslümanca düşünseniz bile pratik olarak islâm’ı yaşamanız söz konusu olmaz. ‘Namaz kılıp oruç tutmana ya da hacca gitmene engel olan mı var?’ diye düşünenler şunu bilmeli: Kurulu düzenin şartlarına boyun eğdiğin müddetçe sana engel olan yok. Hâlbuki islâm, esasında bir meydan okumadır… Namaz bir meydan okumadır. Hz. Ebu Bekir’in (r.a) sesli olarak namaz kılmasını seyredenler ve okuduklarını dinleyenler etkilenmeye başlayınca, Kureyş onun namazına engel olmak istedi. Onların namazı bir meydan okuma biçimindeydi. Bizim namazlarımız ise mevcut şartlara ram olmayı ifade ediyor. Yani senin namazından, orucundan kimse korkmuyorsa karışmıyor, buyurun kılın, diyor. Tabii bütün ibadetler Allah(c.c) rızası için yapılır ama aynı zamanda kurulu düzene bir meydan okuyuştur.
özellikle namaz, zihinsel ve fiili olarak şeytani hakimiyet alanından Rahmani alana yapılan bir hicrettir.
özetle; “gerçekten Müslüman olarak yaşamak istiyorsak, bu anlamdaki zihinsel hicreti gerçekleştirmek ve hali hazırda zihnimizi işgal etmiş olan gayrı islâmi bütün kavramları zihnimizden kovmak zorundayız.” diyen Rasim Abi, Müslümanların durumunu, hacca gitmeden önceki Malcolm X’e benzetiyor. çözüm: “ilk kez hacda namazı ve siyah-beyaz kardeşliğini öğrenen Malcolm gibi “yeniden iman etmek” ve “her şeye sıfırdan başlamak” zorundayız.”


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdullah Yıldız Arşivi