Allah’a ait olmadan inanma trendi
Modernitenin ortaya çıktığı arkaplanı incelediğimizde, rönesans dönemi kanaat önderlerinin başlangıçta Tanrı inancını dışlama gibi bir gâyelerinin olmadığını görürüz. Temel hedef, dinî ve kâinat okumalarını Kilise’nin tasallutundan çıkarmak ve bireysel okumalara yer açabilmekti.
Ama bu hareket daha sonraları aydınlanma ve ideolojiler çağını ortaya çıkaracak gelişmeleri tetikledi ve bu zeminde katı laiklik (lâ dinî) yeşerme imkânı buldu.
Sonuç, Tanrı karşıtlığının modern devletler eliyle örgütlenmesine kadar vardı. Eğitim başta olmak üzere farklı aparatlar aracılığıyla Tanrı’dan bağımsız “modern bireyler”, modern devletlerin temel arayışına dönüştü.
Bu dönem, bütün insanlık tarihi açısından paradigmada köklü dönüşümü anlatır. Çünkü, modern dönem öncesi, insanı Tanrı’dan izole ederek anlamlandırmak ve sosyal hayatı buna göre örgütlemek devletlerin işi olmamıştı.
Tanrı’dan uzaklaşmak insanlığa çok pahalıya mal oldu. Dikkat ederseniz “Kilise’den uzaklaşmak” demiyor, “Tanrı’dan uzaklaşmak” ifadesini bilinçli olarak kullanıyorum. Zira Kilise’ye karşı isyan bayrağını açan rönesans hareketi, zamanla aydınlanmacıların elinde Tanrı’ya isyan hareketine dönüşmüştür.
Farklı dinî ve sosyo-politik tecrübede ortaya çıkmış “laiklik” ve “sekülerizm”in dine yaklaşımdaki farklılıklarının elbette bilincindeyim. Bunları bir tarafa bırakarak, teoride ve pratikte “lâ dinî” olarak tezahür eden katı laikliğin paradigmada tıkandığını söylüyorum.
İnsan fıtratına aykırı olduğu için, tanrı tanımazlığı ideolojiye dönüştürmüş laiklik, aşılmaya mahkumdur. Nitekim çoğu yerde çoktan aşıldı da. Bu, Batı’da Kilise’ye dönüş anlamına gelmiyor elbette.
Şimdilik bir yaratanın varolduğu inancına dönüşü ifade ediyor. Bu inanç zamanla daha müsbet bir çizgiye ulaşabilir mi acaba?
Bu süreci, modernizmin tıkanıklığı ve insan fıtratının her şeyden üstün bir varlığa sığınma ihtiyacı besliyor. Felsefik boyutu eksik. Dinî derinlik boyutu hepten eksik. Özellikle de gençlerde, tanımı el yordamıyla yapılan bir Tanrı’ya dönüş trendi var karşımızda.
Lâkin, bu, laikliğin aşıldığı anlamına gelmez. Katı laikliğin anglosakson tarzı sekülerizme (yumuşak laiklik) evrildiğine işaret eder. Bir anlamda Tanrı’nın varlığını kabul eden, ve fakat insan ve toplum hayatına yine insanın izin verdiği ölçüler içinde müdahale etmesini kabul eden bir yöneliş.
Yani, Tanrı’ya ait olmadan ve O’na teslim olmadan inanma trendi...
Bu tarz bir Tanrı inancı, her ne kadar kendisini modern formlar içerisinde sunsa da, aslında kadîmdir. Yeni gözükmesine rağmen kadîmdir...
Kur’an’ın anlattığı Allah’a inanan müşrikler buna iyi bir misal teşkil eder. Meselâ şu âyet:
“Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette “Allah’tır” derler. De ki: Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, O’nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun bu rahmetini önleyebilirler mi? De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O’na güvenip dayanırlar.” (Zümer: 38. Ayrıca Bknz. Lokman: 25, Zuhruf: 9-10)
Allah’a aidiyet hissetmeden O’na inanma âyette de görüldüğü gibi kadîm bir durumdur. Kadîm olanla modern olan arasında ilginç bir benzerlik de şudur:
Onlar Allah’a dua ederlerdi. Ancak her türlü dünyalıkları O’ndan istemelerine karşılık âhirete dair bir şey istemezlerdi. Sistemleşmemiş bir sekülerizm sözkonusuydu o zamanlar. Sekülerizm de, “burada” (yani bu dünyada) ve “şimdi” (yani yaşanan zaman diliminde) anlamına gelir. Aradığını yeryüzünde ummak, bir anlamda bu dünyada bir cennet hayâlinin peşinde koşmak denebilir buna. Tanrı’ya inanan kadîm ve modern seküler zihin, Tanrı’dan cennetini yeryüzünde ister.
Bu meyanda Allah’a inanıp ama onunla ilişkiyi sadece bu dünya itibarıyla kurmak seküler zihniyetin refleksidir. Batı’daki bu yeni trendin kadîm müşrik zihinle buluştuğu yer de burasıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.