Köyüm

Köyüm

İnsan kendi hayatını düşününce, çocukluğu, gençliği, konu-komşusu, akrabası, arkadaşları akla gelir. Film gibi gözünün önünden geçer. Benim de öyle oldu. Anneme yaptığım haylazlıklar, babamdan yediğim azarlar canlandı. Akşam olunca masalcı komşuya toplanmalar, pişirilen buğday, nohut, karıştırılan çıtlıklar (meneviş) ve ikramlar...
Masal anlatırken yapılan haylazlığa karşı;
“Masal anlatmam ha!” tehditleri.
Şimdi düşünüyorum da senenin altı ayını kapalı havzada geçiriyorduk. Kış dizboyu, karlar yolları kaplamış, küreklerle açılan yollardan gidilip geliniyor. Köylünün hayatı, ahır, ağıl ve odalarda geçiyor. Kurtlar bazen köyü basınca tüfeklerle onlar kovalanırdı.
- Vurdum ama düşmedi. Biraz sonra kendi kendilerini yerler...
Hep bu hal üzre hayatları geçerdi. Kar, çamur ve soğuk... Evden eve, odadan odaya taşınan hayat...
Çocuklar masal peşinde, gençler de kendi akranları ile oynarlardı. Beştaş, aşık oyunu, çelik-çomak bunların başında gelirdi. Hayvanlara bakım zamanı gelince, evlere, ahır ve ağıllara koşulurdu. İşini bitiren geri dönüp yerini alırdı.
İhtiyarların da gençlerin de odalarında (yazın toplanan) kır çayları akşama kadar demlenirdi. Her isteyen bol bol içerdi. Şeker kıtlığı olduğunda peynir şekerleri ile idare edilirdi.
Her yaş grubunun odaları vardı. İhtiyarlarınki ise, komşu köylerden gelenlerin ağırlandığı hariciyelerdir. Hem oturulur, gece olunca da misafire yatak odası olurdu.
Bütün grupların müşterek bir tarafı vardı. Gecelerin çoğu ziyafet ve ikramla geçirilirdi. Ya pişmaniye, ya da arabaşı çekilirdi.
İnsanlar boştu, okuma yok, okutma yoktu. İlkokula giden çocukların dışında kimse de bilmiyordu. Din yasak, dindar toplumun dışında idi. Namaz kılanlara devlet iş vermiyordu, Kur’an okumak ve okutmak hapsi göze almak demekti. Hepsi korkutulmuş, hepsi cezalandırılmıştı.
Üçyüz hanelik köyde namazla ilgilenenler sadece ihtiyarlardı. Gençlerin namaza gittiğini görmedim. Korku üzerine bir inanç konmuştu. Jandarmalar basacak, Kur’an ve cüzler götürülecek, bulunanlar da takibe alınacak. Gençler gitmiyorlardı. Her namaz vaktinde “... Tanrıdan başka yoktur tapacak...” ezanı, eli bastonlu ve sakallı ihtiyarlara mahsusmuş gibi cami ve namaz.
Konya’ya 45 km. uzaklıktaki Kavak köyü... Bu köyde gördük kötü rüyaları. Bu köyde şahid oldum Dinorna denen yerdeki kuyulardaki kitaplara.
Yaşadığım olayı anlatırsam daha iyi anlaşılır. Çocukluk arkadaşım evleniyor. Düğününe gittim. Beni sağdıç olarak seçti. Gerdeğe koymak için yatsı namazına gidiyoruz. Yolda benim kulağıma eğilerek:
- Ben hayatımda hiç namaz kılmadım. Nasıl kılınacağını söyle de utanmayayım.
Etrafındaki köylü olan arkadaşlara baktım, kendilerine yatsı namazının kaç rekat olduğunu sordum. Hiçbirisi bilmiyordu.
Evet o yıllarda yetişenler dini bilmiyorlardı. İhtiyarlar bile şahmeran hikâyelerini, cenk kalelerini dini diye okutup ağlıyorlardı.
Bugün, o günün artıkları da dini bilmezler. Hatta din kelimesine düşmandırlar. Takkeye düşman, tesbihe düşmandırlar. Müslümanı görünce biğeseye tutulmuş öküz gibi kaçarlar. Bunlar, o günün Ebu Cehil ve Ebu Leheb çocuklarıdırlar.
Bu millet büyük bir beladan kurtuldu, irtidada zorlandı. Allah lutfetti de, bu milletin üzerinden elini çekmedi. Dinini koruma ve kollamada insanlarımıza yardım etti. Camiler doluyor, eller semaya kalkıyor. Bütün arzumuz, Allah’ın murad ettiği hakimiyeti görmektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi