Kız o kadar güzel olmasaydı
Yol, yolcuyu çeker. Elinden, kolundan, bacağından... Tutar, asılır adeta adamı. Bir yerde oturmuş dinleniyor olsa bile, kafası yoldadır yolcunun. En çok da gönlü...
Özlemek ve dolayısıyla gitmek fikri, dayanılmaz bir hal alınca, düşer yollara.
Hele yanında bir de şarkı olursa, içinde gitmek geçen...
Biz bugün Mazhar takılalım biraz.
"Özledim seni, düştüm yollara... Açtım gönlümü rüzgârına... Bir hayaldi sanki, bir macera... Yıkıldım. Kelimeler paramparça... Yandım, yandım... Yandım yandım, ahhh ki ne yandım! Bana yeniden, şarkılar söyleten kadın..."
*
Moğolistan'ın başkentinden "Ulan Batur, Ulan Batur" diyerek yola çıkmış, geç vakit Karakurum'a varmışız.
Yola bir tarihte asfalt dökülmüş olduğu, detaylı araştırma yapmadan da anlaşılıyor.
Bakıyoruz, bir vakitler burada asfalt yol varmış diyebiliyoruz.
Fakat arabalar yoldan değil, araziden gitmeyi tercih ediyor.
Çünkü irili ufaklı bir sürü çukur oluşmuş yolda.
*
Orhun Vadisi, Göktürk ve Uygur imparatorluklarının beşiği...
Harzemşahlar da bir dönem burada hüküm sürmüş.
Karakurum'da Türk tarihinin ilk Türkçe yazılı belgeleri olan Orhun Abidelerini ve bugün artık bir müze olan Erdene Zuu Manastırını gezdik.
Bu devasa Budist Manastırı, 1585'te Abtay Han tarafından yapılmış.
Bol bol fotoğraf çektik.
*
Manastırın dış tarafında güzel bir Moğol kızı, yanında yaşlı bir kadınla beraber, önündeki küçük tezgâh üstünde birşeyler satıyordu.
Fotoğraflarını çektim ve kendimi borçlu hissettim.
Sırf o yükten kurtulmak maksadıyla, alışveriş olsun diye yani, tezgâh üstündekilere göz attım.
Onlar, tereddütlü tebessüm talimindeyken, ufak tefek hediyelik eşyalar, kola mola arasından birkaç paket sakız almayı seçtim.
*
Bir gece Karakurum'da kaldık, ertesi gün dönüşe geçtik.
Yine yol boyunca uzayan uçsuz bucaksız arazi içinden ilerledik.
Orası uygun, burası daha uygun derken, bir ara kaybolduk.
Yolu görüyoruz, birkaç kilometre ileride uzanıp gidiyor, fakat biz arazi şartları yüzünden gittikçe yoldan uzaklaşıyoruz.
Neticede orada kalmadık tabii, dolaşa dolaşa bulduk yolu.
Şoförümüz derinden bir oh çekti ve bu defa yola çıktı.
Çukurlardan kaçınmaya çalışarak ilerlerken bir anda kendimizi büyük bir çukurun içinde bulduk.
Güm diye bir ses... Arabanın altı vurdu ve motor 'istop' etti.
Çukurun büyüklüğünü şöyle tarif edeyim: Çift hörgüçlü bir deve saklansa, fark edilmez.
*
Tekrar çalıştırıp yola koyulduk. Az gittik, uz gittik, bir mola ihtiyacı doğdu. Biraz temiz hava alalım dedik.
Kenara çekti şoförümüz. Bir de baktık ki arabanın üzerinde siyah lekeler. Yağ sızıntısı... Çukura düşünce alttan ufak bir çatlama olmuş. O delikten yağ kaybediyor minibüs.
Hemen aklıma aldığım sakızlar geldi. Bir arkadaş, "Ne yapacaksın sakızı? Arabaya mı çiğneteceksin?" diye dalga geçmeye çalışırken, Kızılderili şeflere benzeyen şoförümüz gülümsedi.
İki paket sakızı çiğneyip yapıştırarak, çatlağı kapattık.
*
Manastırın önündeki Moğol kızı öyle güzel olmasaydı dedim, biz burada kalmıştık.
Bekle ki bir araba geçsin de yardım etsin.
Dedim ya yol çeker adamı. Hem de bazen böyle çukurun tam içine çeker.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.