Güven ve sevgi ortamı
Yönetilenlerin, yöneticilere güven ve dolayısıyla sevgi duydukları toplumlarda bu düzen sürekli olur. O toplumun mutluluğunu istemeyen “dahilî ve haricî bedhahlar”, yöneticilerin, güveni sarsan davranışlar yapması tertiplerine girişirler. Devlet'e güven ortadan kalkınca, sevginin yerini de nefret ve güvensizlik alır. Böyle bir toplum düzeni ancak “korku” ile sürdürülür. Korkunun egemenliği de devamlı olmaz.
Hukuk Devleti'nin şeklî güvenceleri ve güvence ilkeleri bencil hırsların ayak oyunlarına âlet edilirse, bundan meded umanlar bindikleri dalı kesmiş olurlar. Hukuk Devleti demek, Sevgi'nin Adaleti düzeni demektir. Adalet yoksa, Hukuk Devleti'nden geride kalan sadece “zarf”dır, “kab”dır, bu zarfın “mazruf”u olan Adaletin yerini zulüm almıştır.
Bencil ihtiraslarımıza kul olarak “Cumhuriyet” ve “Demokrasi” üzerinde ayak ve kelime oyunlarına girişmeyelim. Demokrasisiz cumhuriyet, faşizmin bir görünümüdür. Demokrasi, Hukuk Devleti'nin - olağan dönemlerde insan toplumları için - daha iyisi olmayan bir şeklî güvencesidir. Ancak, Sevgi'nin Adaleti yoksa, demokrasi de çoğunluk diktatörlüğüne dönüşür. Adaletin de iki alt boyutu vardır: Eşitlik adaleti; insanlık onurunda eşitlik ilkesi bilinci toplumda hâkim değilse, o ülkede Hukuk Devleti'nin yerleşmesi çok zordur, ve bu bilinç yerleşmedikçe sürekli bir Hukuk Devleti düzeni hayaldir, düştür.
“Demokrasi”nin çoğunluk diktatörlüğüne dönüşmemesi için, Sevgi'nin Adaleti Düzeni'nin temel ilkelerinin bütün toplumun oybirliği ile dahî değiştirilemeyeceği, ilga edilemeyeceğinin bilincinde olmamız gerekir. Bu konuda bilinç bulanıklığından kurtulamamış isek, toplumun bazı ferdleri “insan nasıl olur da Yaratıcı'nın koyduğu temel ve evrensel ilkeleri ilga edebilir?” vesvesesiyle meşgul edilir, diğerlerine de “işte görüyorsunuz ki bunlar demokrasi düşmanıdır, bunlara göz açtırmayın” telkıyni yapılır.
Oysa her iki taraf da bilmeliydi ki, Sevgi Adaleti Düzeni'nin, “Adalet”de özetlenebilecek temel ve evrensel ilkelerini değiştirme, “Adalet mülkün temelidir” ilkesini “Zulüm mülkün temelidir” olarak değiştirme yetkisi; ittifakda bile yoktur. Demokrasi; bu ilkelere dayanacak Pozitif Hukuk kurallarını “yasama”, kamu işlerini bu kurallar çerçevesinde “icra” (yürütme) yetkisinin halktan alınması, seçim, ve halkla bağını koparmama sistemidir. Yargı işlerinin tevdi'inde çok daha özel bir titizlik gösterilmelidir. Aslında yasama, yürütme ve yargıda ortak liyakat şartları tesbit edilmesi, en doğrusudur.
“Sevgi'nin Adaleti Düzeninin temel ve evrensel ilkelerinin değişmezliği” ilkesi de, bu düzenin temel koruyucu-şeklî bir ilkesidir. çoğunluk Diktatörlüğü ile gerçek demokrasi arasına bir sedd koyabilmek için elbette bu ilkeye ihtiyaç vardır. Lâiklik ilkesi, bu genel koruyucu ilkenin sadece bir alt ilkesidir. Laiklik ilkesi; bu genel koruyucu ilkeden soyutlanır da yegâne koruyucu ilke imiş gibi sunulursa, bunun ardında açık bir kötü niyet gizlidir: Sevginin Adaleti düzenine düşman olan “Kötü”; sadece ruhanî bir kıyafete, hattâ bazılarının zannettikleri gibi sadece islâmî sarık ve cübbeye bürünerek ortaya çıkmaz, her türlü dînî, felsefî, bilimsel giysiye bürünerek boy gösterebilir. Şu halde bizim maalesef bir türlü bu kadar basit bir gerçeği anlamamakta direnen, gözlerini bencillik ve hırs bürümüş siyasetçilerimiz anlamalıdırlar ki, sadece dînî görünümlü kötüye kullanmalara karşı “lâiklik” bölümünü takviye etmek, seddin diğer bölümlerini zayıflatmak, hele “kötüye kullanma” ile “inancına göre yaşama temel hürriyetini kullanma”yı da ayırmaksızın, üstelik çifte standarda başvurularak inançlı halkın güvenini ve sevgisini yitirmek, bu sevgisizlik ortamında güçlenen “kötü”nün, seddin zayıf kalan diğer bölümlerini kolaylıkla yıkarak bütün toplumu çok karanlık ve çok acı verici bir zulüm, bir faşist diktatörlük dönemine sürüklemesine sebep olur. Bu ülkede çoğunluğun bunu istediğine inanamam. Ne var ki “kötü”, mutlaka kasdîdavet beklemez, esasen hiç davet beklemez, Onun için yeterli olan: gafletimizden doğan fırsattır. Kötü; fırsat bulunca da artık haracını almadan gitmez. Geride, bir enkaz ve gözyaşları bırakır.
“Adalet mülkün temelidir” ilkesi, Tabiî Hukuk'un, evrensel ve genel temel ilkesidir. Bu ülke, bu ilke üzerinde bilinçli olarak uzlaşıyorsa, “kötü”den korkumuz yoktur. Bu ilkeyi korumak için de şöyle bir şeklî-koruyucu ilkeye ihtiyacımız vardır: “Türkiye Cumhuriyeti, insanlık onurunda mutlak ve istisnasız eşitlik ilkesi ile hakkaniyet ilkesi ve Hukuk Devleti'nin diğer evrensel ve temel ilkelerinden hiçbir dînî, felsefî, siyasî, bilimsel görünümlü görüş karşısında ödün vermeyen, demokratik ve sosyal Hukuk Devletidir”.
Bu evrensel ve temel ilkeler az ve özdür. Bunların feyz noktasından nice alt ilkeler kaynar. Bu temel ilkelerin sağlam kayasına dayanmayan pozitif hukuk yapıları, depreme de, seddin zayıflayan noktalarından hücûma geçip herşeyi enkaza döndürmek için tetikte bekleyen “kötünün zulmü”ne karşı dayanıklı olamazlar.
Bu ülke, yanılmıyorsam, bencil hırsların, gafletin, “benden sonra tufan!” zihniyetinin, çifte standardın, makyavelizmin bu denli yoğun baskısı altında hiçbir zaman kalmamıştı. İstiklal Marşı'nı baştan sona hepimiz bugün, 23 Mart 2008'de, “ev ödevi” olarak okuyalım ve kendimizi yoklayalım: “Hakkıdır Hakk'a tapan Milletimin İstiklâl!” mısra'ını, “bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli” mısra'ını okumakla, gönlümüzü ve evimizi “suç odağı” haline mi getirdik?
Bu güvensizlik, sevgisizlik, kavram kargaşası, bilinçsizlik ve gafletin yerini derhal sağduyu, sevgi ve “iyi”de uzlaşma almalıdır. Yine mi anlaşılmaz şeyler söyledik? Allah encâmımızı hayreylesin ey Azîzan! Hayırlar feth ola, şerler def' ola! Niyâz-i duâ! Sen Hakk'ı elden salma/Hakk seni yahşi gözler!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.