Leş
Avusturya vatandaşı olan bir oğlum var. Evin küçüğüdür, sevilir. Sevildiği kadar da saygılıdır. Sınırı aşmayacak kadar da tenkitçidir. Hakkını korumasını bilir. Tek kusuru, yaşadığı hayatta hedef olarak beni görmesidir. “Otuz yaşımıza girdik, M. Sami Kömürcü olamadık. Hep Duran Kömürcü’nün gölgesinde kaldık” sözü en güzel ifadesidir. Bir diğeri ise; sonu hüsran olan bir ortaklık yaptı, kendisine;
“Benimle neden istişare etmedin” sorusuna:
“Sensiz bir iş yapayım istedim” cevabı olmuştur.
Etrafıma bakınca bütün evlat ve baba arasında bunların yaşandığını gördüm. Baba-oğul sürtüşmesi mi, zaman-zemin çatışması mı bilmiyorum. Aslında bizimki, babanın gölgesinden kurtulup kendi kişiliğine kavuşma isteğidir. Ben de bu isteğinin gerçekleşmesi için her şeyi yapıyorum. Bu sefer de ters tepki yapıyor:
“Baba ne olur” yalvarışları geliyor.
Bazen ikimizi aşan meseleler de oluyor. Avusturya vatandaşı olurken epeyce bir sıkıntı çektik. Etraftan baskı yedik. Hep şunu söylüyorlardı:
“Duran Kömürcü’nün oğlu özel kimliğinden sıyrılıp Avusturya vatandaşı nasıl olur?”
Aslına bakılırsa, oğlumun meseleleri öyle noktaya geldi ki, bana:
“Avusturya vatandaşı olmam benim menfaatimedir. Biz hanımla konuşup bir karara vardık. Size de bir danışalım dedik, ne dersiniz?” Kendilerine:
“Biz inananız, inandığımızı yaşama geçirmeye çalışmaktayız, inancımızın uymakla yükümlü kıldığı bir idare şekli yok. Her iki devletin de kanunları aynıdır. Beşeri kanunların Avusturyalı olanının da, Türk olanının da farkı yoktur. Yani dinde bir mahsuru yoktur.”
Bunu duyan yakınlarımız, bazen hürmet çerçevesi içerisinde, bazen şımarıklığa varan bir eda ile:
“Hocam, bu topraklar Kelime-i Tevhid’le alınmıştır. Kur’an sesleri ile yoğrulmuştur. Üzerinde peygamberler, erenler ve evliyalar, sahabiler var. Avusturya ile nasıl eşit tutarsınız?”
Aslında bu fetvayı ben vermiyorum. Mezhebimizin büyüklerinden İmam-ı Azam, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed veriyor, küfür kanunları ile idare olunanların hepsini bir tutuyor.
Fetvalar; arzular ve isteklere göre verilmez. Hayallerin hedeflerine göre de verilmez. Yaşanan hayata, Kur’an’ın tatbik şekline göre verilir. Bu tatbikatta da, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak ile Avusturya vatandaşı olmak arasında dince bir fark yoktur. Sadece vatanının özlemi vardır. Bunu da oğlumda görmekteyim. Allah’ın Resulü’nün:
“Ey Mekke! Beni çıkartmasalardı çıkmazdım” buyruğu bütün duyguları besler. Fıtratı meydana çıkartır. Doğrular, doğruluk ile beslenir ise fıtrat munisleşir, doğru yolun yolcusu yapar. Bu duygular, vatan, millet şovenizmi ile beslenirse insan azgınlaşır, doğruyu eğri görür, eğriyi de hayat nizamı sanır.
İnananın mukaddesi nedir? İnandığı Kur’an’ın hakim olmasını sağlamaktır. Oraya giden yollardakilerin hepsi vasıtadır. Vasıtalar ışığını Kur’an’dan alırsa mukaddestir. Aksi ise sinelere yük, birer ağırlıktır. Vatan bir vasıta, millet bir vasıtadır. Vatan yüceliğini Kur’an’a dayandırıyorsa, toprağı mübarek, üzerindeki bütün yaşayanlar mübarektir. Ölenleri şehit, kalanları gazidir. Üzerinde yaşayan, şehit, şüheda ve ashab memnundur. Allah memnun, kulları memnundur. Allah ve Resulü’nün memnun olduğundan bütün yaratılanlar memnundur.
İnancının değerleri ve hedefi bellidir. Bu değerlerin yaşayışı yolundaki bütün mücadele mukaddestir. Değerlerin Allah’tan verileni mukaddestir. İnsanoğlunun değer dediği her şey leştir.