Böyle uyanığını gördünüz mü?
Eleştirdiğimiz zaman hemen birileri ortaya çıkıp, “vay efendim, bu üslup abartılı olmuş, yanlış olmuş, sert olmuş, ağır olmuş” türünden eleştiriler yöneltiyor, birileri aynı ifadelerle karşılık veriyor, birileri hızını alamayarak ağır hakaretlerde bulunuyor, birileri de insanlığını tamamen arka cebine koyup basıyor küfrü…
Elbette, herkesten istediğimiz gibi bir karşılığı beklemediğimiz bir gerçek. Herkesin düşüncesi, yaklaşımı, bilgi birikimi ile yoğrulmuş yorum yapma yeteneği, bakış açısı, siyasi görüşü, inancı kendisine hastır. Dolayısıyla yaptığınız bir analizi ya da bir eleştiriyi herkesin aynı şekilde beğenmesini, fikirlerinize katılmasını, sizi desteklemesini bekleyemezsiniz. Muhakkak birileri eleştirecek, yanlış olduğunu düşündüğü noktalarda sizi uyaracak, eksiğiniz varsa yazdığı yorumlar ya da attığı maillerle bunu dile getirecek ve eksiğinizi tamamlama gayreti içerisine girecek. Birileri aklında kalan soru işaretlerine cevap aramak adına size sürü ile sorular yöneltecek, birileri hiçbir çıkış yolu bulamadığı ve kendisinde hiçbir cevap olmadığı için size ağır hakaretlerde bulunacak, birileri de “sırf oradan geçiyordum” edasıyla küfredecek vesaire…
Bütün bunları yazmanın, yorum yapmanın, bir şeyler üreterek insanlara sunmanın cilveleri olarak algılıyorum. Kim ne yorum yaparsa yapsın, herkesin kendi karakterini yansıttığı gerçeğini de unutmadan, bir haftanın sonunda yaşanan önemli bazı ayrıntıları aktarmakta yarar görüyorum.
Türkiye’nin “bazılarınca ABD oyunu” olarak yansıtılan İran politikası, BM Güvenlik Konseyi’nin “yaptırım” kararının altına “hayır” oyu vermesi, ABD’li yetkililerin peş peşe yaptığı “hayal kırıklığı” içerikli yorumlar, hükümet kanadından gelen sert ve geri adım atılmayacağını vurgulayan açıklamalar, Türkiye’nin bölgesinde bulunan ülkelerle imzaladığı ve “Türkiye’nin ekseni değişiyor” yorumlarına neden olan tarihi anlaşmalar, AB ülkelerinden gelen çelişkili açıklamalar, iç siyasetteki bitmez tükenmez çekişmeler, PKK terörünün artan saldırıları, şehit haberleri, İsrail ile ilgili gelişmeler, kanlı baskına ait yeni görüntüler, CHP’deki iç çekişmelerin toplu istifalara varan ağır sonuçları, bir köşede unutulan Deniz Baykal’ın sessiz sedasız Antalya’ya yaptığı ziyaret ve oradaki açıklamaları ve daha pek çok önemli konu…
Aslında İskenderun’daki hain saldırı ve Mavi Marmara gemisine yapılan insanlık dışı kanlı saldırı yapılana kadar ülke gündemi tek bir konu ile meşguldü. Cumhuriyetin kurucusu olduğunu iddia eden ana muhalefet partisinin başında bulunan ve onlarca yıldır “dürüst” siyasetçi imajı ile insanların gözünün içine baka baka siyasi faaliyetlerini sürdüren, iktidarı ya da rakiplerini bu kavram üzerine eleştiren, kimi zaman ağır ithamlarda bulunan, iktidar hedefi olan ve iktidar olması durumunda vaatleri bulunan bir Genel Başkanın skandal kaseti ortaya çıkmış, kendisi ve destekçileri bunu bir “komplo” olarak nitelendirmiş, daha da ileri giderek bunu bir rejim sorunu haline getirmiş, sorumluluğu iktidara yüklemiş, suçlu olarak iktidarı ve destekçilerini adres göstermiş, skandal kasedin yayınlandığı internet siteleri de hedef tahtasına oturtulmuştu.
Önce “yandaş-candaş-yoldaş” medyanın inanılmaz desteği ile koltuğuna oturan isim şişirildi, meydanlara salındı, sonra da malum saldırılar…
Bir tarafta devlet terörü estirerek hunharca katledilen insanların kanı üzerinden gelecek inşa etmeye çalışan İsrail, bir tarafta Türkiye coğrafyasında Kürt, Türk, Laz, Çerkez demeden katleden, mayınlar döşeyerek korku salmaya çalışan, metropolleri savaş alanına çevirmek için bütün gücünü kullanan, karakol baskınları ile, aslında yalnız olmadığını, arkasında Ulasal ve uluslar arası güçlerin bulunduğunu, kendisinin sadece tetikçi-maşa olduğunu açık açık haykıran eli kanlı terör örgötü PKK…
Türkiye ve dünya gündemi bir anda bu iki isimle meşgul olmaya başladı. Öyle ki, “Candaş-yoldaş” medyanın şişirdiği Kılıçdaroğlu bile unutulur oldu.
Kimsenin aklına; “bu bir komplo” dedikten sonra evine kapanan, meclise bile sessiz sedasız gelen, kimse ile fazla yakın duramayan, soruları cevaplamamak için köşe bucak kaçan Deniz Baykal Baykal’ı unuttu bu süreçte. Yaptığı yenilir yutulur cinstenmiş gibi herkes hiçbir şey olmamış gibi davranıyor.
Öyle ki, Antalya’ya gittiğinde “başbakan” gibi karşılandı, birileri ellerinde dev pankartlarla, “ülkeyi ve çocuklarımızı size emanet ettik” mesajları verdi. Bu kadar ileri gidildiğine göre, Deniz Baykal için hayatın sonu değilmiş. Nesrin Baytok ne yapar bilemem, ama Deniz Baykal bu rüzgârla gemisini daha uzun süre yüzdüreceğe benziyor.
Biri akıl edip soruyor, “kaset skandalını.”
Akıllı dedikse, öyle kaseti ve içindekileri sorduğundan değil, "Size karşı yapılan komplonun hala AK Parti tarafından yapıldığını mı düşünüyorsunuz?" diye sorduğundan…
Soruya bak hizaya gel… Maksat ne kadar da açık. “Ahlaksızlık” umurunda bile değil, derdi iktidara giydirmek.
Artık herkes “komplo”nun farkında. “Kime karşı komplo” işte onu kimse bilmiyor.
Baykal, gündemin ağırlığının da verdiği cesaretle cevap veriyor, istifa ettiğinde yaptığı açıklamaların ayaküstü veya ulu orta yapılmış açıklamalar olmadığını söylüyor, “O yaptığım açıklamaların her kelimesinin arkasındayım. Her geçen gün, bunların çok daha doğru ve haklı olduğunu ortaya koymaya başlamıştır" diyor.
“Yani her geçen gün olan olay ne?” diye bir soru sorulsa Baykal’ın vereceği cevabı bir tahmin edin. Kaç kez “ıııı, tabi, ııııı, şey, ıııııı” diyeceğini bilen var mı? Hangisini sayacak, İsrail’in kanlı saldırısını mı, ardından yapılan küstahlıklarını mı, PKK terör örgütünün “efendilerinin” düğmeye basmasıyla yaptığı hain saldırıları mı, Türkiye’nin ev sahipliğini yaptığı önemli toplantıları mı, tarihi anlaşmaları mı, “hayır” diyebilen bir Türkiye’nin varlığının dünyayı nasıl rahatsız ettiğini mi?
Bunların hangisi AK Parti’nin Deniz Baykal’a komplo kurduğunun ispatı? Hangisi Deniz Baykal’ın haklı olduğunu her geçen gün daha da netleştiriyor. Yoksa bizim bilmediğimiz gündemler de mi oluyor. Yoksa hükümetten birileri itiraflarda bulundu da biz mi kaçırdık.
Kim ne derse desin, tüm bu yaşananlardan en karlı çıkan Baykal olmuştur. Yakın gelecekte kendisini bol bol, televizyon ekranlarında, boy boy gazete sayfalarında parlatılmış olarak göreceğiz. Duayen siyasetçi edalarıyla Türkiye gündemini yorumlayacak, kendisi ile ilgili sorulara ise, hiç değiştirmeden “istifa ettiğim gün yaptığım açıklamanın arkasındayım” diyecek. İddia ediyorum, istifa ettiği gün yaptığı açıklamayı hatırlamadığı için böyle konuşuyor Baykal. Yoksa bu kadar “deneyimli” (!) bir siyasetçi, söyleyecek laf mı bulamaz?
Bu kadar kolay sindirebiliyor ve unutabiliyorsak, böylesi uyanıkları daha çok sırtımızda taşırız.
İsrail’in, PKK’nın, ABD’nin ve yalaka Avrupa’nın yaptığı farklı mı sanki?