Erdoğan'a 4 kritik uyarı!
12 Haziran seçimleri yaklaşırken, Türkiye siyasetinde taşların yerinden oynadığını söylemek yanlış olmasa gerek.
Sadece muhalefet için değil, iktidar için de 12 Eylül referandumu kadar, hatta ondan daha önemli bir dönüm noktası olacak önümüzdeki seçim.
Önceki iki yazımızda özellikle iktidar kanadının 12 Eylül referandumu sürecinde yaşanan gelişmeler ışığında bir seçim stratejisi belirlemesi gerektiğini, aksi taktirde yapılacak stratejik bir hatanın sonuçlarının ülke yararına olamayacağını altını kalın harflerle çizerek ifade etmiştik.
Bu neden önemli?
Cevabı çok açık aslında. “Ergenekon” ve “Balyoz” sarmalında köşeye sıkıştırılmış bir ülke görüntüsü veren Türkiye’nin prangalarından kurtulmak için önemli bir eşik olma özelliği taşıyor bu seçim.
Bir yanda ahtapot gibi devletin neredeyse bütün kurum ve kuruluşlarına sızmış derin yapılanmaların, kirli tezgahların ve terör örgütlerinin avukatlığına soyunan, bu uğurda cumhuriyet savcılarını açık açık tehdit eden, yargılanan terör örgütlerine üye olmak için adres arayan, kökeni Türkiye’nin karanlık tarihine dayanan siyasi odaklar, bir yanda edindikleri yalan yanlış bilgilerle, sırf uluslararası arenada kazandığımız itibarı yok etmeye çalışan ve bölgesinde güçlü bir ülke istemeyen ikiyüzlü batı, bir yanda adına “sistem” denilen canavarın kölesi olmuş, sadece bunun için çabalayan, adı siyasi parti, sivil toplum örgütü, medya olarak anılan ve rüzgara göre yön değiştiren yapılanmalar; diğer yanda da tek parti dönemlerinin, darbe kalıntılarının ve askeri vesayetin gölgesinde hazırlanan anayasaların adeta kanını emdiği ve “artık yeter” noktasına getirilen koca bir HALK…
2007’den bu yana oynanan oyunları, meydanlara dökülen insanları, ortaya çıkan ŞOK ifşaatları, darbe günlüklerini, darbe planlarını, e-muhtıraları, siyasi ahlakın çöküşüne varan SKANDALLARI, iktidar mensuplarına yönelik suikast planlarını, bütün bunları düşündükçe, yeni bir düzene, yeni bir anayasaya, yeni bir siyasi anlayışa, yeni bir devlet anlayışına, rayına oturmuş, insanını ikinci plana atmayan, devleti bireyin üstünde tutmayan, kendi vatandaşları arasında ayrım yapmayan, özgürlüklere sınır koymadan herkesi memnun edecek bir yapıya kavuşmuş bir sisteme duyulan ihtiyacın önemini daha iyi kavrıyor insan.
İşte böylesine bir noktaya gelmişken, AK Parti’nin seçim rehavetine ve anketlerin rüzgarına kapılmadan gözden geçirmesi gereken bazı önemli noktalar var.
Kadınların siyasette temsili noktasında elbette ki iktidar partisi olarak gereken özen gösterilmeli, ancak geçmişi kirli, özellikle inanç özgürlüğü ile kavgalı, şişirilmiş isimlerin bir Truva atı gibi listelerde yer almasının sakıncaları göz ardı edilmemeli. Aldığımız bilgilere göre sırf listeye girmek için trilyonları gözden çıkaran bu isimler iktidara yakın ya da iktidar üzerinde etkili olduğunu düşündükleri yerlere yüklü miktarlarda bağış yapıyorlar.
İkinci bir husus, ki bu gerçekten daha önce de yaşandığı için daha büyük önem taşıyor. Sahada görmeye alışmadığımız, sadece Ankara’nın merkeziyetçi havasını solumuş çok sayıda bürokratın listelere sokularak millete yabancı bir yapının oluşması. Türkiye bu deneyimi Tansu Çiller döneminde yaşadı.
AK Parti’nin bir vitrin partisi olmadığını göstermek adına, yapılabilecek en büyük hatalardan bir tanesi de sırf bir yerlere şirin gözükmek adına, geçmişi çok da halkın değerleri ile örtüşmeyen, sırf spor camiasının, sırf sinema dünyasının, sırf sanat camiasının tanınmış ismi diye birilerinin listeye konması ileride atılacak hayati öneme haiz adımların kaderini mutlaka etkileyecektir.
Referandum sonrasında “evet”lerin çoğunlukta olduğu bölgeleri mavi, “hayır”ların çoğunlukta olduğu bölgeleri kırmızı renklerle gösteren bir harita gündeme gelmişti. Başbakan Erdoğan, AK Parti’nin bir bölge partisi değil, ülke partisi olduğunu, kırmızı ile gösterilen bölgelerin de maviye dönüştürüleceğini ifade etmişti. Korkarım AK Parti, aklımızdan geçen ancak gönlümüzün hiç de istemediği bir strateji hatası yaparsa Kırmızı renklerin bulunduğu yerler daha da artacak.
Peki bu nasıl olur?
İşte son iki yazımızda değindiğimiz mesele burada düğümleniyor. 12 Eylül referandumunu AK Parti’nin zaferi haline dönüştüren rüzgarı hepimiz biliyoruz. Bunun tekrarı zaman kaybı olur. CHP’nin katı muhalefeti belliyken, MHP’nin akıl almaz tutumunu benimsemeyen ülkücülerin başlattığı hareket referandumun kaderini de belirlemiş oldu. Sonuç: AK Parti zafer ilan etti.
Şimdi AK Parti yeni bir zafere imza atma arifesindeyken, kendisine referandumu kazandıran, hiçbir beklentisi olmadan gönül verdiği siyasi partiyi yok sayma pahasına yayınladıkları deklarasyonlarla “evet” oranını en az yüzde 8-10 oranında arttıran bağımsız ülkücülere göz kırpmalı.
O harekete öncülük etmiş Dr. Selçuk Özdağ, İrfan Sönmez gibi isimlerin özellikle kendi bölgelerinde ne kadar etkili olduklarının da göz önünde bulundurularak seçilebilecekleri bir sıradan aday gösterilmesi, AK Parti’yi asla MHP’den oy kopartan bir parti konumuna sokmaz.
Tam tersine, İrfan Sönmez gibi bir ismin Doğu’daki birleştirici yönünü, Selçuk Özdağ gibi Ege bölgesine damga vurmuş bir ismin Türkiye’nin geleceğinde önemli rolleri olacak plan ve projelerini kullanma fırsatını yakalamış olacak.
Türkiye’nin artık konuşan değil, üreten ve çok çalışan, parasıyla değil, zekası, çalışkanlığı ve ahlakıyla ön plana çıkan, bir yerlere yaranmak için kendinden bile ödün veren değil, inandığı değerler uğruna her şeyini feda edebilecek insanlara ihtiyacı var. AK Parti ve Başbakan Erdoğan mutlaka bunları göz önünde bulundurarak Türkiye’yi 12 Haziran seçimlerine taşımalı.
Aksi taktirde bugünkü haliyle sandıktan çıkacak bir AK Parti yine kurtlar sofrasında çırpınmaya devam edecek.
İyi haftalar efendim…