Ali Eyvaz

Ali Eyvaz

Brütüs dil, din, ırk, renk ve parti ayrımı gözetmez

Brütüs dil, din, ırk, renk ve parti ayrımı gözetmez

Sene 2003’ün yaz aylarıydı. AK Parti Gençlik Kolları tarafından partinin Balgat’taki eski genel merkezinin tepesinde şimdi unuttuğum bir vesileyle bir organizasyon yapılmıştı.
Orada birazdan gelecek olan Başbakan, Gençlik Kolları yöneticilerinin ellerinden pasta yemek durumunda kalacak, ortaya fena halde sakil görüntüler çıkacak ve gençlerin o her daim bıçak gibi olması gereken mizaçları yerine ortama çökecek olan itici anaç atmosfer, damaklarda kekremsi bir tat bırakacaktı.
Bugün ABD ve İsrail’e bir kurban vermek için Ahmet Davutoğlu’na saldıran çakalların ve âvânelerinin henüz palazlanmaya başladığı ve yeni yetmelere rol-model teşkil ettiği o dönemde pek çok mekânda olduğu gibi partinin genel merkezinin tepesinde de “gömlek değişimi” gibi konular konuşuluyordu. Orada ben gazeteci olarak bulunuyordum.
Başbakan’ı beklerken bazı partili gençler ile bazı gazeteciler arasında mini bir sohbet başladı. Milli Görüş’ten kopuşun aktüalitesini koruması sebebiyle olsa gerek ilginç mukayeseler yapılıyordu. Ortamda çalan arabesk-pop karışımı köksüz ve niteliksiz müzik, etrafın kasaba panayırlarını andıran, çocuk balonu ağırlıklı abartılı süslenme biçimi, Soros devrimlerinin siyasete armağan ettiği, dönemin moda renkleri olan turuncu ve mavinin her yere kurduğu hakimiyeti vs. mevzu bahis ediliyordu. Laf döndü dolaştı, dış politikaya geldi. O ara ben İsrail’den bahsediyordum ki ABD’ye doktora için gitmeye hazırlandığını sonradan öğreneceğim bir partili genç ağzını yamulta yamulta, “Siz hâlâ orada mısınız hocam. Bırakın artık bu eski İslamcı sözleri…” gibi şeyler söyledi.
O zaman bu lafları edenler daha sonra ailelerinin iftihar edeceği noktalara geldiler. Yıllar sonra da İsrail krizi ve İran’a yaptırıma ret oyu kullanan bir Türkiye’de şimdi bu tipler, bizim 2003 yazında “hâlâ durduğumuz” yerde buldular kendilerini. Onlara göre içinde çöreklendikleri partinin artık Filistin, İran, Ortadoğu, Şark gibi ajandaları yoktu. Başörtüsü, Kur’an Kursları gibi bildik sorunlar da zaten AB entegrasyon sürecinde bedel ödemeyi gerektirmeksizin halledilebilecek hususlardı. Yine onlara göre şahsi istikbal, Ortadoğu’nun ABD’de master-doktorasını yapan mutlu azınlığının içine girmekti.
Ancak oyun bozuldu. Tarih döndü. Sünnetullah esprisini bir kez daha yaptı. Nesnel şartlar en işbirlikçi, uzlaşmacı unsurları bile radikalleştirdi vs. vs… Artık kim hangi meşreptense ona göre alsın…
Hülasa hükümet ve halk kendini Ortadoğu coğrafyasının tam ortasında buldu. Gelişmelere hazırlıksız yakalanan ve hayatlarında “bedel ödemek, durduğu yerde ölümüne durmak” nedir bilmeyen bu tiplerin orası burası oynamaya başladı. Bazıları vaziyeti kurtarabiliriz ümidiyle, Batı’ya, “Size olan husumeti bu tür politikalarla bastırabiliriz. İran’ı bloke eder, radikal İslam’ı ehlileştiririz. Bu da Batı’nın lehine demektir” demeye başladılar. Bu söylem vaktiyle Çiller’in ABD’yi kendi iktidarına ikna etmek için “Bakın biz gelmezsek radikal İslamcılar Türkiye’de iktidara gelir, ikinci bir Cezayir sorunuyla karşı karşıya kalırsınız” demesine benziyor.
Şimdi bu insanlar hükümette sadece Ahmet Davutoğlu’nu hedef tahtasına yerleştirdiler. Eğer onu alaşağı etmeyi başarırlarsa, hayat-ı siyasiyelerinin bundan sonrası için ABD’den yeni vizeler de alabilecekler.
28 Şubat günlerinde de bizzat Refah Partisi’nin görünür olan, ancak karar alma süreçlerinde önemsiz bazı şahsiyetlerinden aynı nitelikte teklifler gelmişti. Millet-i Naciye’nin özlemlerini gerçekleştirmek için yola çıktıklarını iddia edenler, işkencede direnme kararlılığını gösteremeyince mücadele arkadaşlarının en büyük düşmanı kesilen “pişman itirafçıların” ezik ve yenik psikolojisine savrulmuşlardı. Bunlar sonraki süreçlerde işkencecilerinin nazarında bile en küçük bir saygınlığı veya menfaat teminini dahi elde edememişler, ızdırabın en ağırı olan unutuluşa ve yok sayılmaya uğramışlardı.
Fakat şimdi gidip onlara “Değdi mi bütün bunlara?” diye sorsanız, “Biz tabiatımızın gereğini yaptık. O günleri bir kez daha yaşasak yine aynı şeyi yaparız.” derler.
Şimdilerde ise Sırrı Süreyya Önder sunumuyla Kardeş Türküler dinleyip, biraz çakma entelektüel, biraz küçük burjuva özentili tabansız sol züppeliği, biraz da yerelcilikten mülhem yeni köy edebiyatının İslamcılık sanılmasından doğan o bütün zamanların en görgüsüz ve en kaba sentezinin şirretinden korusun cümlemizi Yaradan.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ali Eyvaz Arşivi