İsrâ ve Mirâc üzerine...
“Bir kısım âyetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksâ’ya götüren O (Allah) yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir.”
İsra suresinin 1. âyetinde zikredilen bu olay, İslam tarihinde “İsrâ” ve “Mi’râc” olarak bilinir. Hadis ve siyer kitaplarında yer alan rivayetlere göre bu olay Hicret’ten yaklaşık bir buçuk yıl önce meydana gelmiştir.
Bu Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece Mirac gecesi. Bu vesile ile, İsra/1. âyetin vukûfiyetli tefsirini üstad Mevdudi’nin Tefhim’inden özetleyerek sunuyor; Mirac’ın, ümmetin dirilişine vesile olmasını niyaz ediyorum:
Kur’ân, bu âyette yolculuğun sadece bir bölümünü, Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya gidişi anar. Yolculuğun gayesi, Allah’ın kuluna bazı ayetlerini göstermek istemesidir. Kur’an bundan başka ayrıntılara değinmez. Biz diğer ayrıntıları hadislerden öğreniyoruz: Bir gece Cebrail (a.s), Hz. Peygamberi (s.) Burak ile, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürdü. Hz. Peygamber (s.) orada diğer peygamberlerle birlikte namaz kıldı. Sonra göğün çeşitli tabakalarına yükselip orada bazı büyük peygamberlerle karşılaştı. Sonunda göğün en yüksek tabakasına ulaşıp Allah’ın huzuruna çıktı. Başka önemli emirlerin yanı sıra beş vakit namaz burada emredildi. Sonra Peygamber (s.) Mescid-i Haram’a geldi. Bir çok hadise göre bu yolculuk sırasında ona cennet ve cehennem de gösterildi. Peygamber (s.) ertesi gün bu olayı anlatınca Mekkeli müşrikler onunla alay ettiler.
Hadislerdeki bu ayrıntılar, Kur’an’da anlatılanlara yapılan eklemelerdir ve Kur’an’a ters olduğu gerekçesi ile reddedilemez. Kur’an’daki bilgileri reddeden kafir olur ama hadislerdeki ayrıntıları reddeden kafir olmaz.
Mi’rac hakkında farklı görüşler vardır. Bazıları bunun rüyada meydana geldiği görüşündedirler; bazıları ise olay sırasında Hz. Peygamber’in (s.) tamamen uyanık olduğu ve bedeni ile birlikte yolculuk ettiğini söylerler. Bazıları da bunun sadece Hz. Peygamber’e gösterilmiş mistik bir görüntüden öte bir şey olmadığını söylerler. Oysa, “Kulunu... götüren o (Allah) yücedir” ifadesi, bunun Allah’ın sınırsız gücü ile meydana gelmiş doğa-üstü bir olay olduğunu gösterir. Eğer olay sadece mistik bir görüntüden ibaret olsaydı ayet, bu olayı meydana getiren varlığın her tür zayıflık ve eksiklikten uzak olduğunu gösteren “sübhâne” ifadesi ile başlamazdı. Yine “Kulunu bir gece... götüren” sözleri, bunun sadece bir görüntü veya rüya olmadığını, bilakis Allah’ın, Elçisine ayetlerini gösterdiği fiziksel ve bedensel bir yolculuk olduğunu gösterir. Bu nedenle herkes, bunun sadece ruhsal bir deneyim olmayıp, Allah’ın, Peygamber’i için hazırladığı fiziki bir yolculuk ve gözlem olduğunu kabul etmelidir.
Bazı kimselerin bu olayı imkânsızmış gibi görmeleri çok gariptir. İnsanın sınırlı -hem de çok sınırlı- güçleri ile Aya ulaşmayı başardığı bir zamanda, Allah’ın sonsuz kudreti ile Rasûlü’ne (s.) kısa bir zaman içinde bu yolculuğu yaptırabileceğini inkâr etmek çok saçmadır. Her şeyin ötesinde, bir şeyin mümkün olup olmadığı konusundaki soru sadece sınırlı güçlere sahip olan insan hakkında geçerlidir. Her şeye kadir olan Allah söz konusu olduğunda ise, bu tür sorular sorulamaz. Sadece Allah’ın her şeye kadir olduğuna inanmayan bir kimse, Allah kendisi, kulunu Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya götürdüğünü söylediği halde bu olağanüstü olaya itiraz edip inkar edebilir. Aynı şekilde, hadislerde geçen ayrıntılara yöneltilen itirazlar da, ikisi dışında, çok basit ve saçmadır:
Birinci itiraz şudur: Eğer hadislerdeki ayrıntıları kabul edecek olursak o zaman Allah’ın belirli bir yer ile sınırlı olduğunu kabul etmemiz gerekecektir; aksi takdirde bu amaçla kulun belli bir yerden başka bir yere götürülmesine gerek olmazdı. Bunun yanı sıra hadislerin bildirdiğine göre Hz. Peygamber (s.) bu yolculuğunda cennet ve cehennemi, orada azap çeken insanları görmüştür. Buna yöneltilen itiraz da şöyledir: Neden bazı insanlar kıyametten sonra kurulacak mahkemeden önce azap çekmekte veya mükâfat görmektedirler?
Birinci itirazı ele alırsak, elbette Allah sınırsız ve sonsuzdur. Fakat O, kullarıyla münasebet kurduğunda, kullarının eksik ve zayıf yaratılışlarına uygun araçlar kullanır. Bu O’nun kendi eksikliği nedeniyle değil, kullarının zayıflık ve eksiklikleri sebebiyledir. Örneğin O, yarattıklarından herhangi biriyle konuştuğu zaman, kendisinin konuşmasında sınırlama söz konusu olmamasına rağmen kulunun anlayacağı sınırlı konuşma şeklini kullanır. Aynı şekilde O, kuluna mülkünün muhteşem âyetlerinden bazılarını göstermek istediğinde, onu âyetlerin bulunduğu mekâna götürür. Elbette kul, Allah gibi evrende var olan âyetlerin tümünü görmeye güç yetiremez. Çünkü Allah’ın bir şeyleri görmek için bir yere gitme gibi bir ihtiyacı yoktur, fakat kul bunu yapmak zorundadır. Aynı şey kulun Allah’ın huzuruna çıkması için de geçerlidir. Allah herhangi bir mekânla sınırlı değildir, fakat kul, O’nun huzuruna çıkmak için, O’nun âyetlerinin çok yoğun olduğu bir yere gitmelidir. Çünkü kul, sınırlıdır.
İkinci itiraz da Hz. Peygamber’e (s.) gösterilen birçok âyetin sembolik olduğunu anlamamaktan kaynaklanır. Kötülüklerin cezaları O’na, ahirette verilecek cezaları önceden görebilmesi için sembolik olarak gösterilmiştir.
Allah, dilediği peygamberine yerdeki ve gökteki ayetlerini gösterir. Bu amaçla tüm maddi perdeleri kaldırır. Bu, Peygamberlerin gözleriyle gördükleri şeyleri tam bir “ayne’l-yakin” içinde başkalarına anlatabilmesi içindir. Onlar, insanlara sundukları şeyler konusunda şahadet ederler, çünkü onları kendi gözleriyle görmüşlerdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.