Mehmet Şeker

Mehmet Şeker

Bana yaz dedi Çağatay 12 Eylül'ü

Bana yaz dedi Çağatay 12 Eylül'ü

'Her şey ne kadar da değişti' gibi

yaparken

Değişmek arzusunu dile getiren

arkadaş,

Değişmek sence bu mu?

Bir çoban bile daha iyi değişir

senden

Sürüyü otlatırken her gün farklı

bakar mala, davara,

Kır çiçeklerine de...


Köylülükten kurtulmanın yollarını

gösteren

Orta halli bir kasabanın orta halli

yazarı,

Bize şehrimizi anlatmıyor da,

Şehrin kapılarını gecenin

karanlığında

istilacıya açanlar gibi

Arkadan vuruyor kardeşini üç

kuruşa.


Anamızın yüzü nasıl da benzerdi şehrimizin yüzüne?!

Şehrimizi şimdi başka bir şeye benzetenler,

Aslında anamızı belliyorlar

sinsice...

Anamızı ve doğal olarak kendi anasını da...


İki şey ancak ölümle unutulur

diyordu

Nâzım;

İki şey: anamızın yüzü ve

şehrimizin

yüzü...

Bu gelen nasıl bir ölüm ki...


Bana yaz dedi Çağatay, on iki eylülü

Ne yazayım, o zaman yazdım, başkaları gibi değil

O zaman...

O zaman kaç kişiydik ki zâlimin karşısında susmayan?..


Şehir unuttu her şeyi,

Şimdi dönüp başka şehir

kuruyorlar,

başka mâziler edinip

'Zalimin karşısında susan dilsiz şeytandır!'

O yüzden tam 12 Eylül'de vurdum

12 eylülü.

Kenana mektuplar döşendim uzun uzun.

Hapislerinde yattım,

kafeslerinde...

Yazdım, söyledim, haykırdım,

işkence gördüm, işsiz kaldım

Nereden bileceksin?


Sen benim ne çektiğimi nereden bileceksin?

Uzaktın ümmet kardeşliğinden...

'Bana dokunmayan yılan bin

yaşasın' bile diyemezdin

delikanlıca.

Kaç yıl geçmiş; otuz mu, kırk mı?

Hâlâ karşıma çıkar durur her

adımımda gençliğim

Geri dönüp duruyor yankıları

sesimin...

Karşımda kendim... yirmi

yaşlardaki kendim...

O yüzden atamam yanlış bir adım, yanlış, yeni, değişmiş...


Çok fırsatlar çıktı, başka şehirlerde çok

anahtarlar...

Fakat yirmili yaşlardaki kendim, yirmili

yaşlardaki kendim

Mesuliyet, sadakat, samimiyet, hürmet ve

aşkın fikri

"Bizi kullanmışlar" diyenlere inat

Elma yüzlü yirmili yaş yüzünden

ka-ça-maz!


Ben korkmadım ki hiç...

Onlar korktular.

Korkuları postallarından belliydi.

Başları olmayan, apoletleri olan

Yüzleri, gözleri, kalpleri olmayan, miğferleri olan

Tertemiz üniformaları bir de...

Omuzları vardı, miğferleri vardı, postalları vardı

Ama başları yoktu... gözlerinden mi anladım?

Başı olmayanın gözü mü olur?

Ama bildim korktular benden... "korku postaldan belli olur mu?

Oluyor işte", korkuyorlardı...


Kaç yıl geçmiş Çağatay dostum, hesap kitap ettin mi?

Kim derse ki "kullandılar" bil ki,

bugün de kullanılıyor o

İnsan bir kere kullanılmaya görsün Çağatay,

Bir kere kullanılmaya görsün...

Korkup kaçanı tanırım ben

Sesinden tanırım, postalından

tanıdığım gibi

Tanırım milletine sırtını döneni, şehrini kirleteni

Anasını satanları...


Şu dünyada üç şey vardır yenilir: biri elma, biri ayva, biri nar

Öyle ya ardından belli yâr

diyeceği...

Muz diyebilmek için bütün bunlar dostum.

Anlayacağın değişen bir şey var; yâr...

Ben biliyordum böyle olacağını...

Kızların isimlerinin değişeceğini:

Elif, Döne, Emine... yaylada

pınarsınız, bereket siz varsınız.

Karakoç'un Mihriban'ı da hayâl, Akbaş'ın kızları da...


Ayrılık hep masamın üstündeydi, yapamadım.

Hep masamın üstündeydi,

izmaritlerdeydi...

Ayrılık çöplükleri ayıklayan,

didikleyen,

Yahut kim kemik verirse bir parça

Ona koşan başıboş itlerdeydi.


İpini koparmış kayıklar gibiyim

Yüzüyorum başıboş sokaklardan sokaklara


Düşmanı ilk görüp de haber

verememenin acısını duyuyorum


Ne kadar turuncu bakıyor

minareleri camilerin

Ne kadar ölçüsüz, hadnaşinas,

sipsivri

Neden üç şerefeli yaparlar, dört minareli

Kubbesi tabak kadar mahalle

camilerini?

Görmezler mi ecdâdın merhamet kokan camilerini?


Ben ne anlatıyorum, onlar ne

anlıyor?

Özgürlük sanıyorlar esaretlerini.

Beni atın o halde ırmaklardan

birine!

Belki biri çekip çıkarır ilerde...

Ne balığa benzerim, ne ayakkabı eskisine.


Atlantiğin sularına erişmek istiyor ırmaklar...

Atlantiğin suları çalkanıyor.

Hırıltısı, hışırtısı, kızıltısı

derinlerin...

Atlantiğin suları çalkanıyor.

Kendimi gördüm suyun dibinde;

Elma yüzümü gördüm kırk yıl evvelinin,

Kendimi gördüm bir elma gibi

yüzü,

Atlantiğin dibinde.


Gündüzü mü kovalıyorum,

geceyi mi?

Atlantiğin altında işim ne?

12 Eylül'de bıraktım her şeyimi...

Martıların ürkütücü sesini

duyuyorum.

İstanbul'un saadetini anlatıyorlar;

"Gak gak ediyorlar, vak vak

ediyorlar."

Tehlikeden habersiz huzuru

paylaşıyorlar;

Küçük, geçici didişmeler yetiyor onlara.


Atlantiğin dibinde İstanbul'u

dinliyorum.

Yeni istilacılarına ne kadar da

hürmetkâr;

Yaşasın bunlar ne kadar da

demokrat!

Alacaklar postalların çiğnediği

kaldırımlardan

İntikamlarını...


"Geç oldu biliyorum" diyor

Üsküdar'daki kardeş

"Sen ki mağduruydun değil mi

eylüllerin?"

Hayır diyorum, gak gak ediyorum, vak vak ediyorum

Kimse beni edemez mağdur!

Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim...

Mavidir tozlarım, mavi nurdan bir ırmak gibi uçuşur.

Medeniyet dirilişçiliğinin intikamla işi yok!

Unuttun mu Topçu'nun

söylediğini def'aten?

"Hiç olur mu bir arada dinle kin?"

Leküm diniküm veliye din.


Herkes anayasasını alsın da gelsin...

LÜTFÜ ŞAHSUVAROĞLU

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Şeker Arşivi