Bana yaz dedi Çağatay 12 Eylül'ü
'Her şey ne kadar da değişti' gibi
yaparken
Değişmek arzusunu dile getiren
arkadaş,
Değişmek sence bu mu?
Bir çoban bile daha iyi değişir
senden
Sürüyü otlatırken her gün farklı
bakar mala, davara,
Kır çiçeklerine de...
Köylülükten kurtulmanın yollarını
gösteren
Orta halli bir kasabanın orta halli
yazarı,
Bize şehrimizi anlatmıyor da,
Şehrin kapılarını gecenin
karanlığında
istilacıya açanlar gibi
Arkadan vuruyor kardeşini üç
kuruşa.
Anamızın yüzü nasıl da benzerdi şehrimizin yüzüne?!
Şehrimizi şimdi başka bir şeye benzetenler,
Aslında anamızı belliyorlar
sinsice...
Anamızı ve doğal olarak kendi anasını da...
İki şey ancak ölümle unutulur
diyordu
Nâzım;
İki şey: anamızın yüzü ve
şehrimizin
yüzü...
Bu gelen nasıl bir ölüm ki...
Bana yaz dedi Çağatay, on iki eylülü
Ne yazayım, o zaman yazdım, başkaları gibi değil
O zaman...
O zaman kaç kişiydik ki zâlimin karşısında susmayan?..
Şehir unuttu her şeyi,
Şimdi dönüp başka şehir
kuruyorlar,
başka mâziler edinip
'Zalimin karşısında susan dilsiz şeytandır!'
O yüzden tam 12 Eylül'de vurdum
12 eylülü.
Kenana mektuplar döşendim uzun uzun.
Hapislerinde yattım,
kafeslerinde...
Yazdım, söyledim, haykırdım,
işkence gördüm, işsiz kaldım
Nereden bileceksin?
Sen benim ne çektiğimi nereden bileceksin?
Uzaktın ümmet kardeşliğinden...
'Bana dokunmayan yılan bin
yaşasın' bile diyemezdin
delikanlıca.
Kaç yıl geçmiş; otuz mu, kırk mı?
Hâlâ karşıma çıkar durur her
adımımda gençliğim
Geri dönüp duruyor yankıları
sesimin...
Karşımda kendim... yirmi
yaşlardaki kendim...
O yüzden atamam yanlış bir adım, yanlış, yeni, değişmiş...
Çok fırsatlar çıktı, başka şehirlerde çok
anahtarlar...
Fakat yirmili yaşlardaki kendim, yirmili
yaşlardaki kendim
Mesuliyet, sadakat, samimiyet, hürmet ve
aşkın fikri
"Bizi kullanmışlar" diyenlere inat
Elma yüzlü yirmili yaş yüzünden
ka-ça-maz!
Ben korkmadım ki hiç...
Onlar korktular.
Korkuları postallarından belliydi.
Başları olmayan, apoletleri olan
Yüzleri, gözleri, kalpleri olmayan, miğferleri olan
Tertemiz üniformaları bir de...
Omuzları vardı, miğferleri vardı, postalları vardı
Ama başları yoktu... gözlerinden mi anladım?
Başı olmayanın gözü mü olur?
Ama bildim korktular benden... "korku postaldan belli olur mu?
Oluyor işte", korkuyorlardı...
Kaç yıl geçmiş Çağatay dostum, hesap kitap ettin mi?
Kim derse ki "kullandılar" bil ki,
bugün de kullanılıyor o
İnsan bir kere kullanılmaya görsün Çağatay,
Bir kere kullanılmaya görsün...
Korkup kaçanı tanırım ben
Sesinden tanırım, postalından
tanıdığım gibi
Tanırım milletine sırtını döneni, şehrini kirleteni
Anasını satanları...
Şu dünyada üç şey vardır yenilir: biri elma, biri ayva, biri nar
Öyle ya ardından belli yâr
diyeceği...
Muz diyebilmek için bütün bunlar dostum.
Anlayacağın değişen bir şey var; yâr...
Ben biliyordum böyle olacağını...
Kızların isimlerinin değişeceğini:
Elif, Döne, Emine... yaylada
pınarsınız, bereket siz varsınız.
Karakoç'un Mihriban'ı da hayâl, Akbaş'ın kızları da...
Ayrılık hep masamın üstündeydi, yapamadım.
Hep masamın üstündeydi,
izmaritlerdeydi...
Ayrılık çöplükleri ayıklayan,
didikleyen,
Yahut kim kemik verirse bir parça
Ona koşan başıboş itlerdeydi.
İpini koparmış kayıklar gibiyim
Yüzüyorum başıboş sokaklardan sokaklara
Düşmanı ilk görüp de haber
verememenin acısını duyuyorum
Ne kadar turuncu bakıyor
minareleri camilerin
Ne kadar ölçüsüz, hadnaşinas,
sipsivri
Neden üç şerefeli yaparlar, dört minareli
Kubbesi tabak kadar mahalle
camilerini?
Görmezler mi ecdâdın merhamet kokan camilerini?
Ben ne anlatıyorum, onlar ne
anlıyor?
Özgürlük sanıyorlar esaretlerini.
Beni atın o halde ırmaklardan
birine!
Belki biri çekip çıkarır ilerde...
Ne balığa benzerim, ne ayakkabı eskisine.
Atlantiğin sularına erişmek istiyor ırmaklar...
Atlantiğin suları çalkanıyor.
Hırıltısı, hışırtısı, kızıltısı
derinlerin...
Atlantiğin suları çalkanıyor.
Kendimi gördüm suyun dibinde;
Elma yüzümü gördüm kırk yıl evvelinin,
Kendimi gördüm bir elma gibi
yüzü,
Atlantiğin dibinde.
Gündüzü mü kovalıyorum,
geceyi mi?
Atlantiğin altında işim ne?
12 Eylül'de bıraktım her şeyimi...
Martıların ürkütücü sesini
duyuyorum.
İstanbul'un saadetini anlatıyorlar;
"Gak gak ediyorlar, vak vak
ediyorlar."
Tehlikeden habersiz huzuru
paylaşıyorlar;
Küçük, geçici didişmeler yetiyor onlara.
Atlantiğin dibinde İstanbul'u
dinliyorum.
Yeni istilacılarına ne kadar da
hürmetkâr;
Yaşasın bunlar ne kadar da
demokrat!
Alacaklar postalların çiğnediği
kaldırımlardan
İntikamlarını...
"Geç oldu biliyorum" diyor
Üsküdar'daki kardeş
"Sen ki mağduruydun değil mi
eylüllerin?"
Hayır diyorum, gak gak ediyorum, vak vak ediyorum
Kimse beni edemez mağdur!
Ben ki toz kanatlı bir kelebeğim...
Mavidir tozlarım, mavi nurdan bir ırmak gibi uçuşur.
Medeniyet dirilişçiliğinin intikamla işi yok!
Unuttun mu Topçu'nun
söylediğini def'aten?
"Hiç olur mu bir arada dinle kin?"
Leküm diniküm veliye din.
Herkes anayasasını alsın da gelsin...
LÜTFÜ ŞAHSUVAROĞLU
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.