“Ama ben güçlü olmak istemiyorum ki!”
“Güç”ün haklı olanı belirlediği, ve “güç”ün hak kabul edildiği bir çağda sihirli değnek görevi gören bir kavramdır, güç. Dolayısıyla “güç”ün kutsandığı bir çağda güçlü olmayı ve güçlü gözükmeyi kim istemez?
Zayıfların hoş karşılanmadığı bir çağdayız. Zayıflara ancak acınılır. Kimse de acınma dürtüsünün nesnesi olmak istemez. Acınana saygı da duyulmaz. Saygı duymama hususunda toplum çok acımasızdır. Bu yüzden olsa gerek, insanlar zayıf yönlerini gizlemede, güçlü yönlerini de abartarak göstermede yarışırlar.
Karizma gerçek ve sahtesiyle “güç”e işaret ettiği için olsa gerek, insanların en fazla itibar ettiği büyüdür. İktidara giden yol karizmadan geçer. İnsanın toplumda işgal ettiği yer de, bu zeminde karizması kadar olacaktır.
Hüzün içinde kıvranan ve yaşadığı acıların altında ezilen birisine, bunu çevresine hissettirdiği için, “Güçlü ol!” dediğimizde, biraz da yukarıdaki gerçeği hatırlatırız ona. Kanadı kırık da olsa, yaralarını bize göstermeye muhtaç da olsa; “Güçlü ol!” deriz.
Aslında bu nasihatla, acılarını bize gösterme, kendine sakla, yoksa zayıf olduğun anlaşılır, demiş oluruz. Onu güçlü insan numarası yapmaya davet ederiz. Güçlü olmasa da güçlü gözükmeye zorlarız...
Buradaki “güçlü olmak” hâli, “metîn olmak” hâlinden farklıdır. Metîn olmak; kolaylıkla sarsılmamak, korkuya kapılmamakla alakalıdır. Arkasında kuvvetli bir tevekkül mevcuttur.
Güçlü olmak ise, modern insanda müstağni olmak anlamındadır daha çok. Doktrinleşmiştir; güçlü erkek, güçlü kadın, güçlü toplum, güçlü devlet...
Yani hiç kimseye muhtaç olmamak iddiası. Çağın hâli pür melâli yani...
Bir defasında bir öğrencim gelmişti. Üzüntüsünden perişan olmuştu. Konuşurken kendisini tutamamış, ağlamıştı. Ben de çağın güç kavramına atfettiği tılsımlı kuvveti arkama alarak, ona, “Güçlü ol!” demiştim. Toparlanacağını umut ederek. “Güçlü ol” sihirli çubuğunun değdiği dağınıklığı toparlayacağına kâni olarak.
Hiç beklemediğim bir cevap sökün etmiş; “Ama hocam, ben güçlü olmak istemiyorum ki!” demişti. Böylesi bir tepkiye hazır değildim doğrusu. Bir baktım ki, asıl açığa düşen benim. “Ben güçlü olmak istemiyorum” diyen birisinin karşısında gücü tükenen ben olmuşum.
“Güç”e tenezzül etmeyene, güç mitine sığınmak istemeyene ne tür bir reçete sunabilirsiniz ki! Birkaç gün güçlü olmak istemeyen muhatabımın güçten ve güçlü görünmenin sahte zırhından nasıl feragat edebildiğini sorup durmuştum kendime.
Belki de güç doğallıktadır. Belki de güç, insanın güçsüzlüğünü kabullenmesindedir. Belki de güç, insanın inandıklarıyla güçsüzlüğünü paylaşarak destek aramasındadır. Paylaşarak güçsüzlüğünü azaltmasındadır.
Daha doğrusu güç, Mutlak Güç karşısında güçsüzlüğünü, acizliğini, muhtaç olduğunu ilan etmektir...
Modern insanın müstağni takıldığını bilirim. Yani minnetsiz, kimseye ihtiyacı olmayan. Ben müstağni olmaktan Allah’a sığınırım. Kendi kendine mutlaka yetmeyi hayat düsturu kılan birisinin sorunlu birisi olduğuna da inanırım.
Çünkü müstağni olmak iddiası, insanın, kendi kendine yetmese de, yettiğini vehmetmesidir. Hâlbuki insan muhtaç yaratılmıştır. İnsanın muhtaç olması düşkün olduğu anlamına da gelmez.
Modern kişisel gelişimin ‘muktedir gözük, karizmanı şişir’ öğretisi, modern insanı daha da yalnızlaştırmaktan ve dolayısıyla daha fazla muhtaç kılmaktan başka bir işe yaramıyor.
“Ama hocam, ben güçlü olmak istemiyorum ki!” diyen muhatabım bütün bunları bilmiyordu. Meselenin fikrî boyutuyla da ilgili değildi. Ama hissettiğini sanıyorum.
Bu duruşa bakınca; “Demek ki modern söylemlerin tılsımlı gücünü kırmak bu kadar basitmiş” diyorum. Yeter ki modern dayatmalara tenezzül edilmesin, boş güç gösterilerinden medet umulmasın.
Güç arayışı, mustağni olmak arayışına dönüştüğünde kibirle buluşmakta gecikmemektedir. Bunun da kalbin âfetlerinden olduğuna kuşku yok.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.