Hanefi Avcı'nın kitabı üzerine
28 Şubat’ı, Susurluk’u, çeteleri görüp de Sarıkız, Ergenekon ve Balyoz’u ıskalarsan!
Beş yıl önceydi. Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim adını taşıyan kitabım yeni çıkmış, medyada ilgi çekmiş, Cumhuriyet gazetesi de şiddetli bir karşı kampanya başlatmıştı.
Rahmetli İlhan Selçuk‘un o yazısını anımsıyorum, özetle demişti ki:
“Cumhuriyet’e karşı bir Fethullahçı operasyonu!”
Her hangi bir yanıt vermemiş, kendi kendime gülüp geçmiştim.
Bir zamanlar her taşın altında komünist, komünistlik aranırdı.
Soğuk savaş yıllarında komünist olmakla suçlanmak, neredeyse dünyanın sonu gibi algılanırdı. İftira etmenin, çamur atmanın bir yolu buydu.
Arada bir ortaya çıkarılan ‘komünist komplolar’la demokrasiye dönük talepler bastırılır, askeri vesayet sistemi kendini biraz daha sağlama alırdı.
Bu moda geçti.
Şimdi Fethullahçılık var.
Neredeyse her taşın altında, özellikle devletin içinde Fethullahçılar’ın izi aranıyor. Devletin usul usul elden gittiği, ‘irticanın ayak sesleri’nin orduda, yargıda, poliste gürültülü biçimde duyulduğu öne sürülüyor.
Hanefi Avcı’nın büyük ilgi gören kitabının iddiası için de bu söylenebilir.
Önce bir soru:
Devlette savcı ve yargıç olarak, asker olarak, polis olarak, kaymakam, vali olarak çalışan Fethullah Gülen Cemaati’ne mensup olanlar, yakınlık duyanlar yok mu?
Elbette var.
Bu bir suç mu?
Hayır.
İnsanlar inançlarından, düşüncelerinden, kimliklerinden, renklerinden dolayı suçlanamazlar, herhangi bir ayrımcılığa uğrayamazlar.
Ama eğer o insanlar diyelim inançlarıyla, düşünceleriyle devlet işlerini karıştırırlarsa, o zaman bunun hesabı yargı önünde kendilerinden sorulur.
Bir asker, komutanının sesine değil de, cemaatteki üstünün dediğine kulak verirse... Bir polis, amirinin talimatına göre değil de, cemaatin telkinine göre hareket ederse... Bir savcı yasaların değil de, cemaatin buyruklarını uygularsa...
O zaman suç işlemiş olur.
Bu açıdan Hanefi Avcı’nın Haliç Yaşayan Simonlar isimli kitabında yazdıklarıyla bildiklerinin ciddiye alınması gerekir.
Hanefi Avcı, 1990’lı yıllarda Susurluk’u, devlet adına çalışan çeteleri ve 28 Şubat post-modern darbesini yerli yerine oturtmuş ve bunlarla yürekli biçimde mücadele etmiş bir polis şefi olarak biliniyor.
Aklıma takılan bir soru var.
Susurluk’u, çeteleri, dolayısıyla faili meçhul cinayetleri, 28 Şubat’ı, yani ‘askeri vesayet’i bilen bir kişi, örneğin bir Sarıkız’ı, bir Ergenekon’u, bir Balyoz’u ıskalayabilir mi?..
Çünkü Susurluk’tan, 28 Şubat’tan ve 28 Şubat sonrasının, -tabii Ak Parti’nin tek başına seçimleri kazanmasının- askerde yarattığı hayal kırıklıklarından çekilen çizgidir, bizi Veli Küçük’lere, Özden Örnek günlüklerine, Mustafa Balbay günlüklerine getiren...
Öyle değil mi?..
Çok iyi bir polis şefi olarak Susurluk’u bilen, 28 Şubat’ın özündeki askerciliği hapse düşerek yaşamış olan bir Hanefi Avcı, bu günlüklerden yansıyan ‘darbe tertipleri’ni veyahut bir Ergenekon’un, bir Balyoz’un, bir Kafes’in özünü es geçebilir mi?
Ya da bütün bunları bir komplo, ‘Fethullahçı bir komplo’nun ürünü olarak görebilir mi?
İhtimal veremiyorum.
O zaman?..