Yıkılsın oligarşi İktidar halk’a! 2
- Lütfü Bey; holding medyası ve onun CHP’li yazarları, son zamanlarda Başbakan Erdoğan’ın Venezüella’nın sosyalist devlet başkanı Chavez’e benzediğini belirtip, tıpkı onun gibi yargıya müdahaleci bir tavır içinde olduğunu söylüyor. Uygun görürseniz bu haftaki sohbetimize bu konudaki görüşlerinizi alarak başlayalım mı?
- Venezüella Devlet Başkanı Chavez sosyalist olduğunu, Başbakan Erdoğan ise sosyalizme karşı olduğunu söylüyor. Bu anlamda ikisi arasında bir benzerlik bulunmuyor. Aslında holding medyası ve onun CHP’li yazarlarını, Chavez’in Venezüella’da yaptıklarının bizim ülkemizde de gerçekleşmesi korkutuyor. Bu nedenle Chavez’in Venezüella’da ne yaptığını sergilememiz gerekiyor. Chavez, Venezüella’da ne yaptığını şöyle özetliyor: “Patronların, baronların hakimiyet günleri sona erdi. Venezüella’da seçkinlerin, elitlerin demokrasisi yerle bir oldu. Şimdi ezilenlerin sesinin çıkma zamanı. Yerleşik düzenin sahibi seçkinlerle, elitlerle çatışmadan düzeni değiştirmek imkânsızdır.” Chavez böyle konuşmakta haksız mıdır? Her şeyiyle ABD emperyalizmine bağımlı kapitalist düzeni değiştirmek isteyenler, bu düzenin sahibi olan sömürücülerle ve bu düzenin koruyup kollayıcısı olan seçkinlerle, elitlerle çatışmak zorundadır. Nitekim sadece Venezüella’da değil, Latin Amerika ülkelerinin pek çoğunda seçimle işbaşına gelen sosyalist liderler, kapitalist düzenin efendileri olan büyük zenginlerle, büyük toprak sahipleriyle ve de uyuşturucu baronlarıyla çatışmaktadır. Ve elbette büyük zenginlerin, büyük toprak sahiplerinin çıkarlarını koruyup kollayan ordu mensuplarıyla da, yargı mensuplarıyla da, medya patronlarıyla da çatışmaktadır. Başka bir deyişle, parayı, silahı, yargıyı, medyayı ellerinde tutan oligarşi ile çatışmaktadır. Zaten çatışmasalar, bir avuç güçlünün iktidarı olan oligarşi nasıl yıkılacak? Onun yerine halkın iktidarı nasıl kurulacak? Ülkede güçlülerin yargısı yıkılmadan, yargı nasıl güçsüzlerin hakkını savunacak? Üstünlerin hukukunun yerini hukukun üstünlüğü nasıl alacak? İşte bu düşüncelerle diyorum ki, yıkılsın oligarşi, iktidar halk’a!
BEN GENERALİN DARBECİ OLANINI SEVERİM!
- 27 Nisan 2007’de Genelkurmay’ın AK Parti Hükümeti’ne verdiği muhtırayı destekleyen CHP’liler, bugünlerde o muhtırayı veren Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ı da, ondan sonraki Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u da AK Parti Hükümeti ile işbirliği yapmakla suçluyorlar. Nasıl yorumluyorsunuz bunu?
- CHP’lilerin dili söylemese de gönülleri “Ben generalin sert, çevik ve darbeci olanını severim” der! Mesela CHP’liler 28 Şubat darbesinin simgesi olmuş Çevik Bir gibi generalleri severler. CHP’liler darbe beklentilerini boşa çıkaran generalleri sevmezler. Darbeciliğe uzak duran Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ü zaten hiç sevmediler. Ama ondan sonra Genelkurmay Başkanı olan Yaşar Büyükanıt için, “Yaşar Büyükanıt Hilmi Özkök’e benzemeyecek; AKP’ye karşı sertleşecek” deyip, ondan darbe yapmasını beklediler. Ama o sadece muhtıra vermekle yetindi; muhtıranın arkasını getirip darbe yapmaya girişmedi. İşte o zaman CHP’lilerin ona olan sevgisi birden nefrete dönüşüverdi. CHP’liler bu kez de ondan sonra Genelkurmay Başkanı olan İlker Başbuğ için, “İlker Başbuğ Yaşar Büyükanıt’a benzemeyecek; AKP’ye karşı sertleşecek” deyip, ondan darbe yapmasını bekledi. Ama o da beklentilerini boşa çıkarınca, onu da defterden sildi. CHP’liler bir türlü şu gerçeği göremedi. Türkiye’de Genelkurmay başkanları isterse değil, ABD desteklerse darbe olur! İstek var, destek yoksa darbe olmaz! 27 Mayıs 1960 darbesinden beri bu hep böyle olmuştur. Nitekim 27 Mayıs darbesini gerçekleştirenlerin ilk işi, ABD’nin yönettiği NATO’ya bağlılıklarını ilan etmek olmuştur. CHP’lilerin bir türlü göremedikleri gerçek budur. Unutulmasın ki Türk ordusu sonuçta NATO’ya bağlı bir ordu. Bu durumda ABD’nin desteği olmadan Türkiye’de darbe olur mu? Nato kafa nato mermer olmayanların bu gerçeği görmeleri gerekmiyor mu?!
BAŞBUĞ VİLLAYA, YUMRUK HAVAYA!
- Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, önceki gün bu makamı Işık Koşaner paşaya devretti. İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı hakkındaki değerlendirmeniz nedir?
- İlker Başbuğ çok konuşan, ama konuştuklarına kendisi de inanmayan bir Genelkurmay başkanıydı. Nitekim halka karşı hiç inandırıcı olamadı. Mesela ordunun kendi döşediği mayınlarla kendi askerlerini şehit ettiğine dair iddialar vardı. Mesela çok sayıda şehit verilen saldırılardan önce PKK’nın saldıracağına dair istihbaratlar alınmasına rağmen gerekli tedbirlerin alınmadığına dair iddialar vardı. Mesela saldırıya uğrayan karakollara ambulanslar giderken, askeri yardım birliklerinin “Hava ve doğa şartları uygun değildi” gerekçesiyle gitmediklerine dair iddialar vardı. Mesela Heron denilen gözetleme uçaklarının sayesinde çok sayıda şehit verilen Hantepe baskınını Genelkurmay’ın 30 kameradan izlediği, ama oraya hiçbir yardım gönderilmediğine dair iddialar vardı. Kısacası, böyle daha pek çok iddia vardı. Ancak Genelkurmay Başkanı olarak İlker Başbuğ, bu iddialar hakkında hiçbir inandırıcı açıklama yapamadı. Buna karşılık İlker Başbuğ, bol bol havaya yumruk salladı. Pek çok iddia karşısında bunaldığı anlarda, örneğin bir savaş gemisinin üzerine çıkarak halkı tehdit eden bir tavır içine girdi. Ama buna karşı tepki alınca da hemen yelkenleri suya indirdi. Önce savaş gemisinin üzerine çıkıp, sonra da niye yelkenleri suya indirdiğini herhalde kendisine de izah edemedi. İşte İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığı boyunca buna benzer boşa, havaya yumruk sallayan daha birçok tavır sergiledi. Bu arada da PKK saldırılarının arttığı günlerde bile Bodrum’un en güzel koyunda yaptırdığı, denize ve Yunan adalarına nazır üç katlı süper lüks villasının inşaatını denetlemek için zaman ayırmayı ihmal etmedi. Neyse, İlker Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı’nı anlatmak için bu kadarı yeterli değil mi? Genelkurmay Başkanlığı boyunca havaya bol bol yumruk sallayan İlker Başbuğ’u, bundan sonraki hayatını geçireceği villasına şu şekilde uğurlayalım en iyisi: Başbuğ villaya, yumruk havaya!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.