Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

‘Halkın iradesi’ mi, ’laiklik mi’; hangisi önce

‘Halkın iradesi’ mi, ’laiklik mi’; hangisi önce

Baştan bozuk olan, zamanla düzelmez.. Halk dilinde, ‘ön teker nereye giderse, arka teker de oraya gider..’ diye bir söz vardır. Temel bozuk olunca, onu takib eden gelişmeler de, öyle olacaktır.. ‘Dâvası bâtıl olanın delilleri de geçersizdir... Onların şeklen doğru gözükmesine de itibar olunmaz..’ Ve kezâ, ‘geçersiz ve bâtıl delillerle de, doğru ve hak bir dâva savunulamaz..’
Bu kriterler, ‘doğru, mantıkî muhakeme’nin kurallarının temel ölçekleridir.. Böyleyken, şimdi, halkın büyük ekseriyetinin 7-8 ay öncelerdeki iradesini cezalandırmak için, suçlananların, haklarında mevcud hukuk düzenine göre kesinleşmiş tek bir mahkeme kararı bile yokken hazırlanan bir iddianameyle; AK Parti’nin kapatılması için açılan dâvanın görüşülmesine, Anayasa Mahkemesi’nce, oy birliğiyle geçiliyor..
Ve bu durumda, Ad. Bakanı bile, ‘Yargı en isabetli kararı verecektir..’ diyebiliyor.. Yarın kapatma kararı verildiğinde, ‘en isabetli karar, en doğru karar buydu!’ diyebilecek midir?
‘En isabetli karar’ı vereceğine inanıyorsanız, çok safsınız demektir. İnanmıyorsanız, kendinizi bağlayacak o sözleri niye edersiniz? Bu gibi sözler, geçmişte işlenen onca cinayetlerin de âdil olduğu mânasına da gelmez mi?
‘Devlet kurumlarının saygınlığının korunması’ gibi gerekçelere dayanılıyorsa, yanlış temel üzerine oturtulmuş kurumlarla millete nasıl bir iyilik yapılması umuluyor?
‘Taife-i laicus’, ellerindeki kozların daha bir tükendiğini gördükçe, tam bir gözüdönmüşlükle hareket edeceğine bu son örnek bile yetmez mi? ‘Bu iddianâme kabul edilince, Abdullah Gül’ün artık Cumhurbaşkanlığı makamında durmasının ‘etik’ olamayacağını’ söyleyen Yektâ Güngör özden, Sabih Kanadoğlu, Vural Savaş, Hikmet Sami Türk gibi ünlü hukukçular ve S. Demirel gibi mâlum tipler bu ‘taife-i laicus’un mahiyetini daha bir ortaya çıkarmıyor mu?
Kaldı ki, TC’nin adâlet mekanizmasının muktesebâtına şöyle bir özgürce bakılabilse, geçmişte yapılanların, gelecekte de nelerin yapılabileceğine bir gösterge olduğu anlaşılır.
Danıştay Başsavcısı Tansel çölaşan, Adnan Menderes’in idâmını niye tam da bugünlerde yeniden alkışlıyor; Baykal’ın ’dârağacı’ hatırlatmalarına paralel olarak.. Dün sabah da, CNN’de T. Barolar Birl. Başk. ö. özok, bir taraftan, ‘Barolar Birliği’nin, bu Anayasa’nın yanlışlığını, taa 1982’lerde açıkladığını vurguluyor ve bir taraftan da nice zorbalıkları, ‘hukukun üstünlüğü’ adına kutsuyor ve ‘hukuka karşı çıkma’nın da hukuk içinde kalınarak yapılması gerektiği’ni söylüyor; bu dâva görülürken, anayasa değiştirmenin etik/ahlâkî olmayacağını filan da sıralıyordu.. Sanki, şimdi yapılanlar ahlâkî imiş gibi..
Bu, ‘hukuk’ adına‚ ‘idâm’ olunacak kişiye, ‘mücadeleni hukuk planında yapmalısın..’ çağrısı gibi komik bir durum; ya da, ‘idâmdan sonraki af’..
TC hukuk sistemi, baştan başa siyasî değil midir?
Bunca zulümler, hele de adâlet adına işlenen cinayetler, çekilen acılar telâfi mi edildi?
Bütün bu entrikalar, laik kadroların, tahakkümlerinin sürmesi içindir..
Bir başsavcının, kendi rejimini korumak için açtığı bir dâva ile, milletin 30-40 milyar doları savruldu, gitti.. Bu durum, egemen güçlerin umûrunda mı? Onların cebi zayıflamıyor ne de olsa.. Onlar milletin kanını ‘kene’ gibi emiyorlar ve onlara 100 yıldır da dokunulamıyor..
Laik güç odakları için, bu halkın güçlenmesi tehlikedir, zayıflığı değil! çünkü, halk, zayıflayınca, daha bir muhtaç hâle gelir ve kendi şahsiyet ve iradesini düşünmek yerine, sadece günü kurtarmak ve tenceresinde aş pişirmek derdiyle meşgul olur.. Ve rejim karşısında dikilmek ve hakkını aramak gibi ‘kötü’ düşüncelerden daha bir uzak kalır.. Halk biraz rahat nefes alınca ise, kendi kimliğini, şahsiyetini, kalbini, ahlakî değerlerini daha bir düşünüyor, sorguluyor ve genelde, şuûrlanma daha bir yükseliyor..
Halk kitlelerinin biraz güçlenmesi, AK Parti için günah olarak yetmez mi?
öyleyse, halk zayıflatılmalı ve gerekirse cezalandırılmalıdır..
‘Laikliğin korunması için gerekirse, her şey halk da, ülke de fedâ edilir!’ demiyorlar mı?
Böyle bir merhalede, bazı işçi kuruluşlarının tavrına ne demeli?
Hatırlayalım; Ecevit iktidarı zamanında her şey yüzükoyun yere kapaklandı da, kitlelerden bir karşı çıkış mı yükseldi? Nice dehşetli ekonomik bâdirelerin içinden geçilen son 18 senedir bir gün bile, kanunsuz olarak ‘iş bırakma eylemi’ yapılmamışken; şimdi bazı işçi kuruluşlarının, bazı düzenlemelere karşı böyle bir eylem yapmaları bile, beşer planında, halk desteğinden başka bir dayanağı olmayan AK Parti iktidarına karşı, üstelik, bu siyasî buhran günlerinde, ‘mütegallibe sistemi’yle dayanışmadır.
TC. laiklerinin, katı laikliğin babası olan Fransa’yı bile çok geride bıraktığını, bizzat Avrupa’lılar bile itiraf ediyorlar; ama bizdekilerde utanma ne gezer, bir de gururlanıyorlar! Halk mı? Laiklikten başka her sistemin perişanlık olacağı unutturulmamalıdır, onlara..
Tekerleme de şu; ‘laiklik fedâ edilemez!’.. ‘Laiklik olmazsa, demokrasi de olmaz’mış..
örnek aldığınızı söylediğiniz Avrupa’nın hangi demokrasisinde, TC’deki gibi bir ‘diktatorial laiklik’ uygulaması vardır? ‘Demokrasinin beşiği’ sayılan İngiltere’de hâlâ da, İngiliz kilisesinin başı, ‘Kraliyet’ kurumu ve ‘kral/kraliçe’ rejimi değil midir?
Bunlara karşı geliştirilen söylem ise, ‘filan ülkelerden daha iyiyiz..’ iddiası.. ‘Bakınız, halkı müslüman ülkelerde, halk iradesinin yönetimi belirlemesi, bizden başka kimde var?’ yâvesi..
Ve çoğu kimse de öyle sanıyor. Halbuki, bir bakalım, (asırlarca Osmanlı’nın hâkimiyetinde yaşamış olan müslüman halkların diyarları hariç), halkı müslüman olan diğer ülkelere.. Onların hangisinde, halkın iradesine bir takım ‘ilke ve devrim’ler adına bukağı vurulmuştur? Onların her birisinde, halkın iradesinin yönetime şekil vermesi, Türkiye’den daha geride değildir.. Hiç değilse, oralarda, halkın iradesi, halkın inancından kaynaklanmayan hiçbir görüş, o halklara birtakım ‘ilke ve devrimler’le zorla, zorbalıkla tatbik olunmuyor.
Evet, bizdeki ’demokrasi’nin ciciliği üzerine güzellemeler yapılır ve halkı müslüman olan ülkelerden sadece Türkiye’de iktidar değişikliğinin halkın iradesiyle olduğu söylenir de; bu iktidarların‚ ‘iktidarsızlığa mahkûm edildiği’nden, söz edilmez, yapılan bunca darbelerin ortaya bir ‘güdümlü demokrasi’ çıkardığı itiraf olunamaz..
‘Demokrasi mi önce gelir, laiklik mi?’ diye sorup, laikliğe öncelik tanıyanlar, halkı ‘laiklik’ adına esir aldıklarını zımnen itiraf etmiş oluyorlar.. Yani, halk, başına ‘laiklik’ diye bir yular geçirilmesini baştan kabul etmesi halinde, demokratik hakkını kullanabilir..
Bu köleleştirici çark mutlaka bozulmalıdır.. Asıl etik/ ahlâkî olmayan, bunun sürmesidir!


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi