Bas mührünü Süleyman!
Siyaseti iki yerden uzak tutmak gerektiğini söylemiştir büyüklerimiz. Bir cami, bir de kışla... Hangisini ne ölçüde başardık bugüne kadar, takdir yetkisini başkasına bırakmayın derim.
Siyaseti camiden ne derece uzak tutabildik, kışladan ne derece; orasını herkes kendi vicdanına danışarak, gözlemlerine ve tecrübelerine dayanarak cevaplasın.
İşte size güzel bir konu.
İster ev ödevi kabul edin, isterseniz ren muhabbeti.
* * *
Bu tezin doğruluğunu kabul etmekle, o ikisinin dışında kalan yerlerde siyaset konuşulabilir sonucuna varabiliriz.
Takside, dolmuşta, otobüste... Trende, vapurda, uçakta... Berberde, kahvede, kasapta... Meydanda, sokakta, köşede... Köyde, kasabada, şehirde...
El hak, hepsinde de hakkıyla vazife yerine getiriliyor.
Her gün şu saydığımız yerlerde kaç defa hükümetler yıkılıyor, kaç defa hükümetler kuruluyor...
Hükümet ne kelime, devletler...
* * *
Cenab-ı Allah nasip etmiş, İstanbul'dan arife günü çıkmayı başarmışız.
Bin yıllık ata toprağında, baba ocağında bayrama kavuşma imkânını yakalamışız.
Bayramın birinci gününe kavuşmuşuz.
Tertemiz giyinmiş, bayram namazı için cami yoluna revan olmuşuz.
Dört koldan insanlar akın akın namaza koşarken, aralarına karışmışız.
Yer bulmak da mümkün olmuş, vaazı dinlemeye başlamışız.
* * *
Kulağımız muhterem müftü efendinin tatlı sesinde. Güçlü bir hitabeti var hocamızın.
Hiç kimsenin yabancısı olmadığı güzel konulardan bahsediyor.
Eyvallah diyoruz içimizden, amenna diyoruz.
Aftan, Cennet'ten söz açılınca cümlenin nokta kısımlarında âmin diyoruz içtenlikle.
* * *
Namaz vakti yaklaşırken, cemaatin kalabalığı artıyor, saflar sıklaştırılıyor.
Derken hoca efendi sözü bitirmek üzere olduğunu belli edip "Şimdi de güncel bir konuya temas etmek istiyorum. Malûm, önümüzde referandum var" deyince, içimden "Allah" diye bir çığlık yükselmesin mi?
Bereket o çığlığı tutmasını bildim. Bildim ama bir cayırtı koptu sanki içimde.
Ani bir fren sesi yükselir gibi oldu. Ve galiba bir ben değildim böyle hisseden.
* * *
Kulaklarımız, şayet hareket ediyor olsaydı, mesela atlar gibi, kurtlar gibi, bütün kulaklar dikilmiş olacaktı.
Uyuklar gibi olanlar da bir anda –o referandum kelimesini duyduğumuz andı tabii ki- uyandı.
Ne diyecek diye pürdikkat dinlemeye çalıştık.
Çalıştık kelimesini bilerek kullandım.
Çünkü kolay değildi. O bir saniye içinde, zihnimden "evet" telkini, "hayır" tavsiyesi ve akabinde neler olacağı, atılacak manşetler, soruşturmalar ve daha bir sürü şey geldi geçti.
* * *
Nihayet hocamız şöyle konuştu: "Siyasi görüşümüz ne olursa olsun, hafta sonu tercihimizi ne yönde kullanırsak kullanalım, unutmayalım ki biz kardeşiz. Her zaman birlik, beraberlik içinde olmalıyız. Din kardeşliği, öz kardeşlikten ileridir. Hiç kimse bir diğerinin gönlünü kırmasın, farklı düşünüyor diye dışlamasın. Daima birbirimize kucak açalım, sevgi ve saygımızı kaybetmeyelim."
Hay Allah razı olsun hocam dedim, ağzın bal yesin dedim, hem de Anzer balı.
Nasıl verdim tuttuğum o nefesi, yaşamayan bilmez.
Ve şimdi biliyorum ki sandıktan ne çıkarsa çıksın, halkın istediğidir.
* * *
Mühür kimdeyse, Süleyman odur...
O halde, bas mührünü Süleyman.
Fakir bu yazıyı, beyaz kâğıt üstüne, kahve içerken yazdı.
Ne kâğıdın renginde bir mesaj gizli, ne kahvenin!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.