“Yuh” çeken sefil zihniyet...
İflah olmaz çarpık zihniyetin mensupları, her fırsatta ve olur olmaz her yerde arz-ı endam eder!.. Bu ülkenin başına tebelleş olmuş, kendisini her şeyin sahibi zanneden bir güruhtur bu. Kendilerinde hep bir üstünlük vehmederler. Bu vehimle de, kendilerini her şeyin sahibi görürler. Mesela; devleti yönetmek onların hakkı. Ülkenin zenginliklerini istedikleri gibi aralarında paylaşmak onların hakkı. Başkalarının nasıl yaşayacağını, hatta nasıl düşüneceğini dahi tayin etmek onların hakkı...
Devletin imkânlarını tepe tepe kullanarak semirmiş bu şımarık ve küstah zihniyet, kendinden olmayanı sürekli dışlama; aşağılama, baskı altına alma, hatta fırsat bulduğunda ezme ve imha etme itiyadından asla vazgeçmek istemez. Bu yüzdendir ki, halkı hep hor ve aşağı görür. Halkın reyine katiyen saygı duymaz. Zira onlara göre kendilerine verilmeyen her oy, bir “karşı devrim” teşebbüsüdür!
İşte bu kafadır ki, halkın oylarıyla iktidara gelen Adnan Menderes’e, “Bizi bir çiftçi mi idare edecek?” diye yüklenmiş, onu devirip idam ettirdiğinde; bu defa “Bizi bir çoban mı yönetecek” diyerek, yerine gelen Süleyman Demirel’e burun kıvırmıştı. Demirel’i de darbe ile saf dışı edince, namlu gölgesine rağmen halkın seçtiği Turgut Özal’a da aynı utanmazlıkla sataşıp; “Bizi bir memur parçası mı yönetecek?..” gibisinden, kara çalmaya yeltenmişti.
İyi bilelim ki, bu tuzu kuruların vatanseverliği filan palavra. Birçoğunun cebinde ikinci pasaport vardır. En ufak tehlike sezdiklerinde, güvenli limanlara dümen kırarlar. Arta kalan zamanlarda da yurtseverliği kimseye bırakmazlar. İmdi bunları azdıran statüko sarsıldıkça, karın ağrıları artıyor...
Pazar günü halkın verdiği büyük ders yüzünden perişan olmuş sırnaşık, lümpen bir güruh; tam yüz altmış yedi ülke televizyonunun canlı yayınladığı bir tören sırasında, kendi ülkesinin Cumhurbaşkanı ve Başbakanına “yuh” çekti. Siyasi mücadeleyi adam gibi meşru zeminde yapamayanlar, bütün dünyanın gözünde işte böyle kendilerini rezil ederler. O çirkin tezahürat, Sayın Gül ve Sayın Erdoğan’ı asla irrite etmez.
Tayyip Erdoğan ve başında bulunduğu parti, yedi buçuk sene içinde; ikisi genel, ikisi yerel dört tane seçim ve -sonuncusu daha o gün yapılan- iki referandum olmak üzere, tam altı kez halktan icazet almıştır. Yani o çirkin tezahürat yapılırken, yüzde 58’lik halk desteğinin dumanı tütüyordu... Türk Milli Takımının büyük bir başarısının kutlandığı seremonide, Cumhurbaşkanını ve Başbakanı yuhalayan züppeler; o iki devlet adamının, kendilerine 25 yaşında seçilme hakkı sağlayan kişiler olduğunun bile farkında değildi. Doğrusu bunda şaşılacak bir taraf da yok. Ceberut devlet yanlıları, demokrasiyi, oy hakkını vs. kendine dert etmez.
Bu arada şunu da kayda geçirelim: Elbette demokrasi kültüründe protestonun, aleyhte tezahüratın da yeri vardır ve bu, muhalif görüşteki insanların doğal bir hakkıdır. Ama bunun yeri ve zamanı, devletin zirvesinin katıldığı uluslararası resmî törenler değildir herhâlde. Çünkü orası miting meydanı değildir. Parti ve örgüt arenası hiç değildir.
Netice-i kelam, bir grup tufeyli orada bütün dünyanın gözü önünde büyük bir rezalet işledi. Acaba yoldaş kalemşorlar, bu rezil tabloyu nasıl analiz eder?!.