Başkanlık sistemi... Sırası mı şimdi?
Referandumun hemen ardından, nasıl olduysa birdenbire kendimizi “Başkanlık Sistemi” tartışmalarının içinde bulduk...
Sanki başkanlık sistemine hemen geçiliyormuş gibi, hatta sanki geçilmiş gibi ve hatta Sayın Tayyip Erdoğan da Türkiye’nin ilk “Devlet Başkanı” oluvermiş gibi bir hava pompalayanlar var! Bunun sebebi ne ola ki?
Bu ülkede böyle şeyler sık sık vukua gelir. Nasıl, niçin ve bazen de kimin başlattığı bile belli olmayan ve çoğu kez ilgisiz mecralara taşınan tartışmalar, bir süre kamuoyunu meşgul ettikten sonra unutulur gider! Başkanlık sistemi, bilindiği gibi ilk kez rahmetli Turgut Özal tarafından ortaya atılmıştı. O sırada bu görüşe şiddetle karşı çıkan Süleyman Demirel, daha sonra ne olduysa kendisi bizzat başkanlık sistemini ülke için gerekli model olarak savunmuştu. Tartışma için medyayı gıdıklamasına rağmen, istediği gibi bir fikrî heyecanın doğmasını sağlayamamıştı.
Son tartışma, bir televizyon mülakatı sırasında, Erdoğan’ın sorulan soru üzerine kapıyı açık bırakmasından, daha açıkçası bu sistemin de tartışılabileceğini ifade etmesinden hareketle tetiklenmiş oldu. Alesta bekleyen birileri de, hemen alarm çanlarını çalmaya başladı... Ta başından beri, her vesile ile Erdoğan’ın saltanat veya diktatörlük peşinde olduğunu ileri sürenler; “Gördünüz mü, işte beklenen oluyor....” gibisinden ortalığı velveleye verdi bile!..
Peki gerçek durum nedir?
Başkanlık sistemi öyle hemen şipşak hayata geçirilebilecek bir düzen midir? Sadece anayasayı değiştirmekle bu sisteme geçmek mümkün mü? Dahası Türkiye’de siyaset sosyolojisi açısından, atmosfer böyle köklü bir değişikliğe müsait mi? Yani bu konuda geniş bir toplumsal mutabakat sağlamak, bugün için mümkün mü? Vs. vs... Bu soruların cevabı, ne yazık ki olumsuz.
Elbette siyaset bilimi noktasında, başkanlık sisteminin ülke için getireceği avantajlar irdelenebilir. Kanaatimce pratikte bu avantajların geçerliliği de söz konusudur. Fakat bazı şeyler vardır ki, doğru zamanda ve doğru biçimde ele alınmazsa sonuca gitmek mümkün değildir. Bugünkü tartışmaları da, naçizane bu zaviyeden değerlendiriyorum.
2008 yılında AK Parti’nin inisiyatifi ile, bir bilim kuruluna anayasa taslağı hazırlatıldı. Ancak daha sonra yapılan taktik hatalar yüzünden, o faydalı ve gerekli proje akamete uğradığı gibi, iktidar partisi hesabına da kapatma davası gibi ağır bir fatura çıktı...
Türkiye’nin bugün için en temel ihtiyacı, tam manasıyla sivil ve demokratik bir anayasadır. Bu konuda bütün partilerin en azından söylemde fikir birliği var. Böyle bir anayasayı hayata geçirebilmek için, toplumun bütün katmanlarını içine alacak bir uzlaşmanın sağlanabilmesi gerekir. Başbakan referandum sonrasında yaptığı konuşmada, bunun ilk işaretlerini de verdi. Hal böyle iken, daha ilk dakikada başkanlık sistemi gibi bir tartışmayla anayasa projesini sabote etmek akıl kârı değildir. Birileri hemen bunu “Erdoğan’ın padişahlık sevdası...” diye tepe tepe kullanıverir ve her şey allak bullak olur. Yani hiç de sırası değil!..
Neyse ki, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik başkanlık sisteminin gündemde olmadığını açıkladı da, toz bulutu dağıldı...