Yalan

Yalan

Kendimize ne kadar sahibiz? İnancımızın gereklerini ne kadar yapabiliyoruz? Yaşadığımız sistemlerin tesirleri üzerimizde yok mu? Dönen deveran içinde, genlerimiz, huylarımız, onların suları ile sulanmıyor mu? Bizdeki etkisi ne kadar?
Pislik akan bir nehrin içindeyiz. Paçalarımızı toplasak, yenlerimizi sıyırsak pislikten kurtulabilir miyiz? Pislik bulaştırmadık diyebilir miyiz?
Lağım akan nehrin etrafında yetişen yeşillikler gibiyiz. Envai çeşit meyveler, çeşit çeşit bitkileriz ve o su ile yetişmekteyiz. Sulanacağımız suyun pislikleri özümüze sinmiyor mu?
Biz bu yapı içindeyiz. Bize yeşillik verse, bizi gürleştirse de genlerimiz o su ile gelişmektedir. Biz de aslımızı, inancımızı yetiştiğimiz suya göre alıyoruz. Öz değerlerimizi kaybediyor, inancımızı hatırlamıyoruz. Dengelerimiz kayboluyor, inanç değerlerimiz alt-üst oluyor. İnancımızı değil, yaşayışımızı esas alıyoruz. Ayakta kalmak, toplumda yer tutunmak, gayretlerimizin başında geliyor. İnancımızın önüne sistemleri koyuyoruz.
Sistemler de önümüze tepsi içinde bir bal koyuyor. Bizler de o balın etrafında toplanan sinekler gibiyiz. Dünyevi menfaat, çıkar, makam ve mevki ile bize “Alın, yiyin” diyor. Toplanıyoruz. Kanatlarını açmış arı oluyoruz. Zehirli mi değil mi demeden ölümüne koşuyoruz.
İslam’ın olmadığı bütün sistemler batıldır, kâfirdir. Allah’ı tanımaz, ahlakı bilmez, bütün haramları kurtuluş reçetesi olarak önümüze sürerler. Emredeni zalim, emredileni mazlumdur. Mazlumlar kendilerinden haberi olmadığı için zalimlerin oyuncağı, inancının gafleti içindedirler. Evlatlarımız elimizden alınmış, haneler perişan olmuş, hâlâ dünyevilikle övünmekteyiz. “Benim şuyum var, imkânlarım şöyle geniş, çocuklarım diplomalı, evlerim oymalı” demek sureti ile acı balın içinde zehirleniyoruz.
Hepimiz bir yarış içindeyiz. Sistemlerin sunduğu dünyeviliğe koşuyoruz. “Sen alacan ben alacam, sen olacan ben olacam” diye birbirimizi yiyoruz. Bize sunulan zehiri kurtuluş reçetesi görüyoruz. Yediğimiz haram, içtiğimiz haram, söylenenlerin hepsi yalan. İnanç yok, iman yok. Haramlar içinde boğulmaktayız. Biz ise, yalandan, talandan medet umuyoruz.
Yaşadığımız sistem inancımıza göre, kâfir ve fasıktır. Biz onlardan nasıl yardım istiyoruz? İnsan kendi idam hükmünün ipini keser mi? Güle oynaya sehpaya koşar mı? Bütün dünya kendisinin olsa ahiretini kaybeder mi? Peygamberinin bedduasını alır mı?
Emirler böyle, emredenler böyledir. Ulema ise tepsinin içindekinin kendisinin olması meylindedir. Makam, mevki ve geleceği için girmediği kalıp, elde etmek için girmediği delik yoktur. Onlara çanak tutucu, sistemi aklamakla görevlidir.
Emirler emredilene benzerler. Emredileni de kendisine benzetirler. Onları etraflarında şakşak makinesi görürler. Yalan, talana alıştırırlar. Kur’an unutulur, peygamber sözlerini kendilerince yorumlarlar. Allah Resulü’nün şu emirlerini hiç mi hiç akıllarına getirmezler. Allah Resulü:
“Ey Ka’b ibnu Ucre! Seni benden sonra gelecek umeraya karşı Allah’a sığındırırım. Kim onların kapılarına gider, onları yalanlarında tasdik eder, zulümlerinde onlara yardımcı olursa, o benden değil, ben de ondan değilim. Ahirette havzımın başında yanıma gelmez. Kim onların kapısına gitmez, yalanlarını tasdik etmez, zulümlerine yardımcı olmazsa o bendendir, ben de ondanım. Havzımın başında yanıma gelecektir...”
(Kütüb-i Sitte 1737. Hadis)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi