Mücadelesiz gün geçirmek vebaldir
Allah’ın mülkünde Firavun’un çocukları darbe indirmiş huzurumuza. Yar ağyar olmuş ateş yağıyor her yerden ruhumuza. Dünya sürgününde hüzün, asırlar gibi kol saldı yüreğimizde. Firavunluk altın çağını yaşadı ülkemizde. Karanlık denizlerin dibinde ölü yosunlara tutunmuşuz.
Yüreğimiz kendi mezarlığında dikenler içinde gün sayıyor. Bir nisan yağmuru gibi kendi içimize yağıyoruz, sağanak sağanak. Firavun’dan, Karun’dan, Haman’dan, Belâm’dan, Tağut’tan, azmandan hiç olur mu dayanak!
Dar-ı dünyada öyle bir zamandayız ki zamanın diline prangalar vurulmuş, iyi susmuş, güzel küsmüş, doğru eğrilmiş, doğruya koşanların yoluna barikatlar konulmuş durumda. Dünya gam eli olmuş yüreğimize. Kelepçeler atılmış bileklerimize!
Sabahımızı yitirdik gecenin ortasında. Avlanan balıklar gibi tutsak kaldık düşmanın voltasında. Yüreğimiz Kerbela misali kan içerken, gün niyetine, tan niyetine, kaç umut huzmesi karanlığın terkisinde kayboldu. Zamanı doğradık avuçlarımızda, zamansızlığa ayarladık yüreğimizi. Ufkumuza gün görmemiş umutlarımız yığılıyor. Biz Elif nedir bilmeden okumuş, lâmelif demeden yüreğimize yabancı desenler dokumuşuz. Biz çiçeklerden ırak arılar gibi kendi kovanımızı yağmalamışız hiç üşenmeden. Biz zamanın rahlesine miras olarak bıraktığımız günahlarımızı bayraklaştırmışız. Kalû belâ’dan beri verdiğimiz sözlerin altında kalan yığılmış cansız bedenler gibiyiz.
Yalandan köprülerin üzerinden geçiyoruz varmayası.. Öylesine bir dalkavukluk örtüyor ki gerçeklerin üzerini, öylesine bir riya dolandırdı ki kadim adalet ve şefkat hissini, öylesine uyuştu ki beynimiz, samiri yalanları bile utancından uğramaz oldu semtimize. Bilerek veya bilmeyerek Firavun’un avanelerini çoğaltmışız.
Gittiğimiz bütün yollar dikenli, girift, karanlık. Işıklarımız sönmüş, deniz yürekli ulular gitmiş gelmeyesi. Kalakalmışız bir başımıza, göz yaşlarımızla... Vehmin ellerinde perme perişan olduğumuz yetmezmiş gibi günde kırk bin yalanı, günahı heybelerimize doldurup yollara düşmüşüz. Heybelerimizden günahlar dökülüyor. Ardımızdan gelenler, günahlarımızı topluyor. Öfkeden, hasetten, riyadan uçurumlar inşa etmişiz düşülesi. Issız vadilere düşmüşüz gidilmeyesi. Rüzgâr tersinden tersinden esiyor. Sokaklar, caddeler, evler öfke kusuyor gülümseyen yüzlere. Törpülenmiş merhametin beyaz eli. Yüreğimiz titriyor acıdan, ihanetten, kimsesizlikten, çaresizlikten. Asilerin zamanı müstehzi olup gülümsüyor yüzümüze. Kendi vehimlerimizin pençesinde, emellerimizin gölgesinde darbe indirmişiz Kalû Belâ denilen sözümüze.
İpi kopmuş tesbih taneleriyiz. İmamesini kaybetmiş tespih tanesiyiz her birimiz. Hesap gününü unutmuş dünya denen bir yalanın ellerinden sıkıca tutunmuş, yürüyoruz ardımıza bakmadan. Daha çok paranın, daha çok malın, şanın şöhretin cezbesine düşmüş avunuyoruz. Mukaddes dava yerine günahlarımızı savunuyoruz.
Şunu bil ve inan ki; cemreler düşmezse beden coğrafyasının başkentine, huzur gelmez huzursuz kalmış memleketine. Cemreler önce yüreğe, sonra akla ve en son bedene düşmüyorsa; o zaman baharımız başka, yazımız başka, niyazımız başka olmaya mahkûmdur. Yüreklerine sahip çıkmayanlar neye sahip çıkabilirler ki?
Asırlar öncesinde bizi bu dünya hengâmesinden korumak için derdimizin reçetesini yazıp gönlümüzün kıyılarına gönderen Mevlana şöyle haykırıyor: “Dün dünde kaldı cancağızım / Bugün yeni şeyler söylemek lazım!”
Cemre olup düşmek gerek çorak kalmış yetim gönüllere. Müslüman kan ile değil, Kur’an ile fatih olur ülkelere.
Ülkelere kan ile değil Kur’an ile girilir. Kur’an’a muhalif ne kadar kanun, kral, kural ve kaide varsa hepsi iktidardan alaşağı edilip indirilir.
Duaların kucağında bütün günler bilgelik çağına erişir. Allah’a tevekkül eden durmaz şirk’ten, şirk düzeninden eser kalmayıncaya kadar mücadeleye girişir. Dolayısıyla mücadelesiz gün geçirmek vebaldir. Rabbimiz buyuruyor:
“Ey iman edenler! Size ne oldu da; ‘Allah yolunda hep birden savaşa çıkın’ denildiği zaman yerlerinize çakılıp kaldınız? Ahiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama dünya hayatının faydası Ahiretin yanında pek azdır. Eğer hep birden savaşa çıkmazsanız, O size acıklı bir azap eder ve yerinize başka bir topluluk getirir. O’na hiçbir şekilde zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir.” (Tevbe Sûresi/ 38,39)
Terk-i cihad, alâmeti nifak. Allah’ın rızasını kazanmak istiyorsan, cihadsız gün geçirmek isteyenin yoldaşlığını bırak. Allah yolunda mücadelesiz gün geçirilmez. Mücadelesiz gün geçirilmediği zaman hayatın karanlık ellerinde şafağa çekilen onca gizli saklı güzellik iner meydana. Hiç kimse kabul ettiremez tavizi, tavizkârlığı mü’mindeki imana!
“Mücadelesiz gün geçirmek vebaldir” diyerek yola çıkanlar, umutlarımızı çoğaltıyorlar. Mücadelesiz geçmeyen her günün sabahında huzur yağmuru yağar yüreklere. Mücadele ile geçen gün can getirir cansız kalmış ülkelere. Bunun için altını çizerek diyoruz ki; karlı dağlar esbap değiştiriyor. Cennetten muştular getiriyor gönüllere düşen cemreler... Artık Firavunlara saray olmayacak Müslümanların yaşadıkları ülkeler!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.