Bastırılan hukuk aklının dönüşü
YÖK başkanlığınca bir olay dolayısıyla öğrencilerin kılık kıyafetleri dolayısıyla hiçbir şekilde öğretim üyeleri tarafından dersten çıkarılamayacağı yönünde İstanbul Üniversitesine yolladığı cevabi yazıdan sonra başörtüsü sorunu çok önemli bir noktaya taşınmış oldu.
YÖK'ün bu hareketi aslında arada yaşanmış olan onca yıllık başörtüsü yasağına rağmen ve bu esnada araya karışan Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarına rağmen hâlen en doğru tavırdır. Çünkü mevcut yasalarda halen başörtüsünü yasaklayan hiçbir metin bulunmadığı gibi "kılık kıyafetin üniversitelerde serbest" olduğunu açıkça yazan bir hüküm de vardır. Anayasa Mahkemesi ta başından itibaren üstüne vazife olmayan şekilde kendine icat ettiği yetkiyle yasalarda kendisine çizilen sınırları aşarak bir "yasa koyucu gibi" yasak ihdas etmiştir.
O günden beri yüzbinlerce insanın eğitim hakkının apaçık bir ayırımcı uygulamayla gasp edilmesi olağan bir hukuk uygulaması gibi muamele görerek "kötülüğün sıradanlığı" nın bütün toplum tarafından kanıksanması sağlanmış oldu.
Oysa bu kötülük ne kadar sıradanlaşırsa sıradanlaşsın eninde sonunda gerçek hukuk mantığı bastırıldığı yeden geri dönüp bu yapılanları bedeli ödenmesi kaçınılmaz bir hukuksuzluk olarak mahkûm edecekti. Er veya geç bu hukuki olağanlaşma gerçekleşecek ve başörtüsünden dolayı insanları eğitimlerinden mahrum edenler yasalara karşı, insanlık vicdanına karşı hesaplarını vereceklerdi.
Dün olağan ve sıradan gelen kötülüğün olağanüstülüğü ve sıra dışılığı her geçen gün daha net bir biçimde görünür hale geliyor.
Bu görüşün bu şekildeki dönüşünde gücün deveranının hiçbir etkisinin olmadığını kim söyleyebilir? Milliyet'ten Kadir Gürsel, Ahmet Hakan'a cevapla konunun güçle ilişkilendirmesini çok sakıncalı bulmuş. Oysa ne yazık ki durum büyük ölçüde bundan ibarettir. Bunu tabii ki bir güç gösterisine dönüştürmenin bir anlamı da yok ama elimizi vicdanımıza koyup soralım: yasalarda başörtüsünü yasaklayan hiçbir hüküm olmadığı halde bir yasağı yasalara rağmen sürdürebilen şey kaba ve despotça bir güç gerçeğinden başka ne idi?
Başörtüsü fiilen ve kaba güçle yasadışı bir yolla geçerli hale getirilmişti. Bu yasağın yokluğunu ve hatta imkansızlığını daha fazla pekiştirmek üzere Anayasa'da yapılan (10. Ve 42. Madde) değişiklikler bile bu güç karşısında yeni bir durum yaratamamıştı. Esasen o gücü etkisiz hale getirmek üzere yapılabilecek bir değişiklik de yoktu. Yapılması gereken sadece yasalardan alınmayan bir gücün kullanılmasının önüne geçmekti. Bu gücün önüne geçilmesi zaten hukuken bir gereklilikti. Bu aşamada bir rövanşizm kaygısını hatırlatmanın bir alemi yok. Bir hakkın iadesinden bahsediyoruz. Muhtemel başkalarının muhayyel ve mevhum korkularını buna karşı ileri sürmek ne kadar abes kaçıyor.
Bu tartışmalar esnasında sürekli zikredilen "toplumsal uzlaşma" veya "kurumlararası mutabakat" gibi deyimler varıp o güçlere biat edilmesinden başka bir mesaj taşımıyordu. Uzlaşma isteyenlerin, hukuk üzerinde kurdukları bu blokajı kaldırmaya hiç niyetleri yoktu çünkü başörtüsü üzerinde sürdürmeyi başardıkları yasak onlara bu sistemin nihai sahibi olmaya devam ettikleri duygusunu temin ediyordu. Başörtüsü gerçekten bir siyasal simge idi, ama öyle böyle değil onlar açısından yasaklanması yoluyla kendi siyasal güçlerini temsil eden bir siyasal simge...
Bugün başörtüsü yasağı konusunda gelinen nokta biraz da o gücün kaybının işaretidir. Toplumda zaten fazlasıyla var olan o uzlaşma ve hukuk talebi meşru siyasi kanallarla durumu düzeltmiştir. Bu saatten sonra CHP'nin bu toplumsal talep karşısında uzlaşma görüntüleri altında hâlâ kırmızı çizgiler çizmekle meşgul olması geri dönen hukuk aklı karşısında onu sadece biraz daha geri bıraktırmış olacaktır. Dünyanın ve Türkiye'nin nereye doğru gidiyor olduğunu görmek zorundadır CHP.
Kabul edelim ki CHP yönetiminin bu uzlaşma çizgisine yaklaşıyor olması kendi ideolojik tabanı nezdinde kolay açıklanacak ve halledilecek bir şey değil. O yüzden CHP'ye bocalaması için bir marj tanımak gerekiyor. CHP için bu yeni söylem ciddi riskler de taşıyor ama bir şeyi daha kabul etmek gerekiyor ki CHP tabanını başörtüsü konusunda bu kadar antipatik hale getiren de yine CHP siyasetinin kendisi olmuştur. Başörtüsü konusunu siyasallaştırıp bir nefret ve korku söylemi olarak kullanan en başta CHP'nin parti yönetiminin kendisi olmuştur. Kendisinin tabanı nezdinde önayak olduğu bu söylemi düzeltmek gibi fazladan bir sorumluluğu var şimdi CHP'nin.
Bu arada yeri gelmişken bir noktaya da bu vesileyle değinmek gerekiyor. Dünyanın her yanında başörtüsü karşıtı görüş ve uygulamalar "İslam düşmanlığının, İslamophobianın" mutlak işareti olarak görülür. Halkı Müslüman olan Türkiye'de başörtüsünü yasaklamak veya yasaklamayı savunmak karşısında dindar kitle her şeye rağmen sağduyulu davranıp tartışmayı kolay kolay bu düzeye taşımamıştır.