Coğrafya kaderdir kaçamazsınız
12 Eylül referandumu, Türkiye’nin iç politikasındaki temel çizgileri belirginleştirdi. Dolayısıyla da uzun zamandır dikkatlerden uzak kalan dış politika yeniden gündemin merkezine oturdu.
Dün ‘Tek yol entegrasyon’ başlığı altında yazdıklarıma pek çok tepki aldım. Türkiye’nin başta Suriye ve Irak’ın kuzeyi olmak üzere, bölgesinde sınır ötesi etkinliklerini ‘sert güç’ unsurlarının dışına çıkarması, sadece kendi sorunlarının değil, pek çok karmaşık denklemin çözümü için önem taşıyor.
***
Kuşkusuz siyasi anlamda sınırların değişmesi, özellikle de bizim coğrafyamızda büyük savaşların ardından gerçekleşiyor. Bu da ister istemez sınırların değişimi anlamında söylediğiniz her şeyi kuşkulu hale getiriyor.
Oysa Türkiye’nin bulunduğu coğrafyada, ‘sınır ötesi’ diye tanımladığınız her yerde, hala canlı olan yakınlık ve ortaklıklar var. Bunları dil, din, tarih, kültür, ekonomi ve daha pek çok başlık üzerinden ifade edebilirsiniz. Bir şekilde hepsi birbirini destekleyen ve besleyen unsurlar zaten. Bunun size sağladığı avantajlar ise tek kelimeyle olağanüstü. Siyasi sınırları asla tartışmaya açmadan, kimseyi tedirgin etmeden, öylesine inanılmaz bir hızla başlayan bir akış var ki, bunu değerlendirmemek için herhalde kör olmak gerekiyor.
Daha derli toplu ifade edersek, siyasi sınırların giderek anlamsızlaştığı bir dünyada, her ülke bir şekilde kendisine, geçmişinden beslenen yeni ‘doğal sınırlar’ çizmeye çabalıyor. Türkiye’nin ne kadar geniş bir alanda böyle bir güce sahip olduğunu ifade etmek için haritaya bakmak yeterli sanıyorum.
***
Neden bahsettiğimi yavaş yavaş örneklendirmek istiyorum. Burada öylesine müthiş dinamikler var ki, ne sizin geçtiğimiz yüzyılın başında kendinizi korumak adına yaptığınız hatalar, ne de sınırın öte yakasında şekillenen algılar önünü kesebilir.
Aynı kahveyi, bambaşka damak tatlarıyla içebildiğiniz, aynı yemekleri farklı isimler ve çeşnilerle yiyebildiğiniz bir ortak coğrafyadan söz ediyorum. Ya da yüzyıllardır devam eden geleneğin sınır tanımaksızın bir araya getirdiği, aynı dergaha gönül veren milyonlarca insandan söz ediyorum.
Nasıl oldu da tüm bunların var olduğu bir coğrafyada bu denli karmaşık, can yakıcı sorunlar ortaya çıktı ve hali hazırda bizi meşgul ediyor sorusu elbette sorulmalı. Bunun cevabını da doğru vermek yeterli değil; aynı zamanda yüzleşmek gerekiyor.
***
Türkiye, yüzyıl önce birikmiş ve dayatılmış sorunların ortasında dünyada kendisine bir pozisyon seçti. Bu duruşun haklılığı haksızlığı, doğruluğu yanlışlığı, enine boyuna tartışılabilir. Ancak bizi doğal sınırlarımızdan kopardığı ve birtakım duvarlar ördüğü de ortada.
Şimdi bu engeller yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Duvarın iki yanındaki insanlar, toplumlar ya da halklar, aradan geçen bunca zamanın üst üste yığdığı algıları ve ezberleri aşarak birbirine dokunmaya çalışıyor.
Türkiye’nin bu dinamiklerini bizden önce fark edenlerin, bunlar üzerinden hesap yaptığını ve bizi yönlendirmeye çalıştığını söyleyenler bir yere kadar haklı. Bu hesapların yaşadığımız coğrafyada olmadığı bir tek gün bile gösteremezsiniz.
Başkasının hesabı var diye kendi coğrafyasından kaçmak, bugüne kadar bizi sadece köşeye sıkıştırdı. Bu tuzaktan kurtulmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın deyişiyle ‘coğrafya kaderdir’, kaçamazsınız.