“Kamusal alan” sabotesi…
“Kamusal alan” gerekçesiyle temel hak ve özgürlüklerin başında gelen inanç hakkının engellenmesi, tam bir sabote…
Bu konuda son süreçte önce “kamusal alan” karmaşası gündeme getirildi. Başbakan Erdoğan, Bulgaristan’a gitmeden önce havalında, Demirel ve Sezer dönemlerinde başörtülülerin rahatça Çankaya Köşkü’ne gittiklerine işaretle “Sekiz yıl önce kamusal alan mı vardı?” diye sordu.
Köşk’teki 29 Ekim resepsiyonunun teke indirilmesi tartışmalarına giren Erdoğan, peşinden partisinin Kızılcahamam kampında, “Cumhura ait olan hiçbir yer cumhura yasaklanamaz” deyip “Bu kamusal alan ne, nereden çıktı?” diye sordu.
Anamuhalefet Partisinin başörtüsünün üniversitelerden sonra ilköğretimde ve kamusal alanda da serbest bırakılmasına dair gereksiz evhâmla “güvence talebi”ne mukabil, grup başkanvekillerine “görüşme tâlimatı”nı verdiği siyasî rakiplerini tutarsızlıkla suçladı.
Ne var ki ardından ortaya attığı “kamusal alan” konusunu yine kendisi rafa kaldırıldı. Finlandiya ziyareti öncesinde yine havaalanında yedi yıl öncesindeki “kamusal alan” hususunu hatırlatan Erdoğan, “7 yıl önce Türkiye’de kamusal alan diye bir ifade kullanılmamıştır” cümlesinden sonra, “Kamusal alan neresidir, neresi değildir müzakeresi yapılsın. Özgürlükler nereye kadar var tartışılsın” diye ortada konuştu. Daha evvel ‘kamusal alan yoktu” sözünden de bir nevi çark edip “kamusal alan”ı kabul ederek çerçevesinin çizilmesini istedi.
Ve CHP’lilerin Cumhurbaşkanının eşinin başörtüsü ile resepsiyona katılmasına karşı, “Bunun kamuda olmayacağı deklâresi” çağrılarıyla başörtüsü hakkı bu kez “kamusal alan” tartışmasına boğduruldu…
Bu arada bazı mahallerde başörtülü öğrencilerin ısrarla ilköğretim okuluna girme teşebbüslerine karşı, öncelikle iktidar partisi mensupları tepki gösterdiler. Evvela Millî Eğitim eski Bakanı Çelik, “Bunun bir sabote ve provokasyon” olduğunu bildirdi…
ÇÖZÜMÜN TIKANMASI…
Devamında yasakçı zihniyetin öteden beri ileri sürdüğü, “başörtüsü ilköğretime ve memurlara da yansır” mülâhazasına karşı siyasî sebeplerle açıklık getirilmeyip mesele daha baştan çıkmaza sokuluyor.
Millî Eğitim Bakanı, açık açık “Yasal boyutta temel eğitimde, ilköğretimde, lisede kılık ve kıyafetin nasıl olacağı bellidir” diye başörtüsüne müsaade edemeyeceklerini belirtti. AKP Kadın Kolları Başkanı, “Bizim kesinlikle böyle bir görüşümüz yok” diye kesip attı.
Böylece Meclis’te başlamadan biten partiler arası görüşmeler tıkanırken, “kamusal alan belirsizliği” üzerinden bir kördüğüm daha atılıyor.
Belli ki siyaset, kapalı kapılar arkasında ayrı, halka karşı ayrı telden çalıyor. AKP sözcüleri bir yandan “İlköğretimde başörtüsünü ileri sürmek çözümü sabote etmektir” derken, CHP’nin “ilköğretimde ve kamuda güvence talebi”ne, MHP’nin “hizmet verenle hizmet alan ayırımı” önerisine açıklık getirmiyor. Bu kilitlenmeyle üniversitelerdeki başörtüsü hakkının önü kesiliyor.
Türkiye Cumhuriyeti mevzuatında hakkında hiçbir hüküm ve kanunun bulunmadığı ve devletin “din işleri”yle ilgili yetkili anayasal kurumu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kur’ân âyetleri ve peygamberimizin hadislerine dayanarak fetva kararlarıyla “dinî bir vecîbe” olduğu sabit olan başörtüsü hakkı, basit siyasî hesaplarla öteleniyor.
İktidar ve muhalefet, başbaşa verip bu temel hak ve özgürlüğünün teminine dair “sorunu” birlikte çözmek yerine, televizyonlara çıkıp kamuoyu önünde konuyu politize ediyor. Yasadışı yasak, alâkasız “laiklik ilkesi” ve “kamusal alan” gerekçesiyle yasadışı yasağı savunanların ellerine yeni bahaneler ve kozlar veriliyor…
YOKUŞA SÜRMEYE KARŞI
İPE UN SERMEK…
Gelinen noktada, kanunsuz keyfî yasak sürüyor. Eğitim hakkının inanç hakkıyla takasına devam ediliyor. İkircikli ve çelişkili hal, inanç özgürlüğünü politik polemiklerin atışma alanına çekip çözümü daha da zorlaştırıyor.
Tıpkı AKP hükûmetinin Leyla Şahin dâvâsında, AİHM’e, Türkiye’de kadınların kılık ve kıyafetleri hakkında hiçbir kanun bulunmadığını, Diyanet’in dinî delillere dayanarak “başörtüsünün tesettürün bir parçası ve dinî bir vecîbe olduğu” kararını iletmeyip, “YÖK ve yasakçı rektörlerin “gerekçeleri”yle eğitim hakkını engelleyen başörtüsü yasağının Türkiye’deki mevzuata uygun olduğunu” savunması gibi. Başörtüsünün aynen yasakçıların indî mülâhazalarıyla, “siyasî simge”, “laikliğe aykırı”, “gerginlik sebebi” sayması misâli…
Neticede, muhalefetin “ek şartlar”la işi yokuşa sürmesine, iktidarın ipe un serip “yeni sivil demokratik anayasa” gibi temel hak ve özgürlüklerin başında gelen başörtüsünü de 2011 seçimleri sonrasına bırakması, siyasetin samimiyetini ve siyasî mülâhazalarla muallel kırılgan mâhiyetini ortaya çıkarıyor.
Peki, yasasız yasağın kaldırılması için yasaya gerek olmadığına ve ancak ortak demokratik irâdeyle aşılacağına göre, iktidar partisi, daha önce söz verdiği “YÖK, baraj ve dokunulmazlıklar” önerisini müzâkereye neden yanaşmıyor?
Neden göz göre göre çözüm sabote ediliyor?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.