Öyle bir akar soytarılık ki
“Hatırla Sevgili”, “Bu Kalp Seni Unutur Mu”, “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” adlı üç aşağı beş yukarı birbirinin tekrarı olan; tema, konu, kurgu, karakter bakımından aynı kafa yapısının ürünü bu dizilerde ülkücülerin salak suratlı, mankafalı, köylü kurnazı, Erol Taş bakışlı ve inanılmaz kötü kalpli tasarlanmış olduğunu görüyoruz.
Teşkilat toplantılarında “kötüyüz biz kötüyüz” diye bağıran, gömlekleri yaka düğmesine kadar ilikli ve sarkık bıyıklı, sıkıcı ve kalıpta bekletilmiş pabuç kıvamında gezen, kesinlikle gülmeyen, eğlenmeyen, damak zevki bile olmayan bu adamların içinde bir tane de “meyhane duvarındaki besmele” gibi duran, ileride bir Taha Akyol olması düşünülen bir tip de hiç ihmal edilmiyor.
Taha Akyol kontenjanını her dizide değişik bir biçimde ve fakat aynı muhteva ile dolduran bu tip, ülkücülerin içine hür iradesiyle değil de ailevi ve belirli bir toplumsal köken aidiyeti yüzünden kaçınılmaz olarak düşmüş gibi sunuluyor. Ama içindeki insancıl duygular onu daha sonra bu aidiyete isyana sürüklüyor. Eğer Solcular içinden sevdiği bir kız olursa da anında “dava”yı satmaktan geri durmuyor. Onun bu ihaneti gayet etik ve estetik gerekçelerle izleyiciye takdim edilirken, bunun tersi bir durum ise asla mümkün olmuyor. Hatta Solcular arasında fedakarlığın doruk noktaları; birbiri için can verenlerin destansı hikayeleriyle arzı endam ediyor.
Yani baştan sona kadar, hem de bağırta bağırta sınıfsal bir aşağılama eylemi bilerek veya bilmeyerek, bir bilinçaltı kusması şeklinde cereyan ediyor. Aslında teorik olarak sosyalizmin yanında durması ve ondan beslenmesi gerekli olan bu toplumsal köken, solcuları oluşturan tipolojilere olabildiğince yabancılaştırılıyor.
Solcular tümüyle kentsoylu ailelerin çocukları olarak betimlenirken, bu vaziyet olumlu yönde sürekli vurgulanıyor.
Buna mukabil ülkücüler arasında tuhaf biçimde bu sınıftan ilaç için olsun bir tek kişi bile bulunmuyor. Solun “Sınıfsal Çatışma” klişesi bu dizilerde tersyüz oluyor…
Mesela Solcu gençler 1950-60 Türkiyesi’nde doğum günü kutlamaları, içkili sazlı sözlü ev partileri, Batı müziği konserleri ve buna benzer aktiviteler içinde yer alırken, ülkücüler ise araba tamirhanesi veya tahıl ardiyesine benzer, soğuk ve izbe mekanlarda, duvara asılı bir Türk bayrağı ve üç hilal altında sürekli solcuları dövme planları yaparken gösteriliyor.
Solcular zaviyesinde her biri birer Ediz Hun naifliğindeki muhallebi çocuklarının nerede erkek nerede kız olarak rollerini temsil ettikleri bile bir süre sonra önemini yitirirken, sinek kabilinden bile olsa dişil hiçbir vasıf barındırmayan ülkücülerin renksiz ve yalnız yaşamları, neredeyse izleyicinin vicdanında ters teperek onlara ilişkin bir hayranlığı bile oluşturmaya başlıyor.
İlerde Taha Akyol olmak üzere tasarlanmış Yozgatlı ülkücü ise arkadaşlarının arasında, o ürkütücü mekanda “vurmak, kırmak, kafa koparmak yerine kitap okuyalım arkadaşlar” diye çırpınıp duruyor. Filmlerin sözüm ona objektiflik kriterinin de sadece bu çığırmalarla kotarıldığı zannediliyor.
Burada mesele Kanlı Pazar, 1977 Bir Mayısı veya 16 Mart katliamı olaylarının inkârı veya bunların irdelenmesinin hafife alınması falan değildir.
Burada asıl mesele Solun geçirdiği süreçte bugün en çok eleştiriyi hak eden küçük burjuva ideolojisinin esiri olmak ve onu sürekli yeniden üretmek gerçekliğinin geçmişe doğru yüceltilmesi meselesidir.
Bu mesele bugün ülkücülere hiçbir şey kaybettirmez. Zaten dikkat edilirse MHP’den de söz konusu dizilere hiçbir eleştiri gelmemektedir.
Eğer Türkiye Solu, kendi adına üretilmiş olan bu propagandadan memnun ise, ki öyle gözüküyor, diyecek daha çok şey var demektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.