Cemil Çiçek’in “akil adamlar’ önerisi ne oldu?

Cemil Çiçek’in “akil adamlar’ önerisi ne oldu?

TCK 301. maddesi, yol açtığı tartışmalarla siyasi ve hukuki hayatımızın bir efsanesi olmaya devam ediyor.
Halen Meclis’te bulunan yeni düzenlemenin de tartışmalara son verme şansı yok.
Hatta tartışmaları daha da arttıracağı bile söylenebilir.
önce yeni 301’in metnini bir kere daha hatırlayalım:
“(1) Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini veya Türkiye Büyük Millet Meclisini, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ve Devletin yargı organlarını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Devletin askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, 1. fıkra hükmüne göre cezalandırılır. (3) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz. (4) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması Cumhurbaşkanının iznine bağlıdır.”
Maddenin neden sadra şifa olmayacağını “metin muğlâklığı, eleştiriden kasdın ne olduğu, uygulamadaki farklılıklar ve izin verecek makam” açısından ele aldıktan sonra, bir ara gündeme getirilmiş ama nedense ilgi görmemiş bir öneriyi de tekrar hatırlatalım.
Birincisi, yapılan değişikliklere rağmen yasadaki “muğlâklık” devam ediyor.
örneğin, “Türklük” yerine, “Türk Milleti” , “Cumhuriyet” yerine “Türkiye Cumhuriyeti” demekle, muğlâklık ortadan kalkacak mı?
Kaldı ki, şu ana kadar verilen yargı kararlarında, “Türklüğün”, zaten yargı mensupları tarafından “Türk milleti” olarak algılandığını gösteren birçok örnek var.
“Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” cümlesi, başlı başına muğlâk ve yoruma dayalı zaten.
İkincisi, yasanın yorumlanmasında, onu yorumlayanın hukuk anlayışına göre ortaya çıkabilecek sorunlar.
Daha dün gazetelerde yer aldı; Eren Keskin’in “orduya hakaret içerdiği gerekçesiyle davalık olan sözleri” için bir mahkeme beraat, bir diğeri ise mahkûmiyet vermiş.
Neyin “hakaret”, neyin yasada yer aldığı gibi “eleştiri amaçlı düşünce açıklaması” olduğu yerine, kişisine ve konjonktüre göre o kadar çok farklılık arz edebiliyor ki!
Türkiye’de hukuk her zaman konjonktürel rüzgârlardan büyük ölçüde etkileniyor. Bir dönem geliyor ve o ana kadar kimsenin bilmediği ve adeta “elbet günü gelir” diye yedekte bekletilmiş bir madde, bir de bakıyorsunuz yağmur gibi açılan davalarla müthiş bir şöhret kazanıp efsaneleşiyor.
Davaların yağmura dönüşü de ülkenin içinde bulunduğu siyasal koşullarla yakından ilgili oluyor.
Yürürlükteki politikalara karşı olup olmamaya göre, belli birtakım maddeler süratle öne çıkarılıyor ve mahkemelere dosyalar yağıyor.
Ortada yargıyı ilgilendiren faaliyetler varmış gibi görünse de, yer yer o maddeler üzerinden “hukuki görünümlü siyasal hesaplaşmalar” yaşanıyor.
üçüncüsü, yargılananın kişiliğine veya siyasi kimliğine göre ortaya çıkabilecek farklılıklar.
Sözgelimi, arkasına iç ve dış destek alan Orhan Pamuk’la ilgili bir davaya bakarken gösterilen hukuki tavır, bir taşra kasabasının yerel gazetesinde köşe yazarlığı yapan gariban birine de gösterilmezse, insanların hukuka güveni de zedelenir, saygısı da.
“Cumhurbaşkanı’nın izni” meselesi de son derece tartışmalı bir konu. Adalet Bakanı siyasi bir kişiliktir. Oysa Cumhurbaşkanı siyaset üstüdür. Onun izni daha makuldür” anlayışını son derece sorun çıkarıcı görüyorum.
Bu durum, uygulamada Cumhurbaşkanlığı makamını çok ağır bir yükün altına atacak ve çetin tartışmaların içine çekecektir.
Dahası, hukuken birçok safhası tamamlanmış ve en son Cumhurbaşkanının önüne gelmiş bir davada, siz o kişi için izin vermeseniz ne olur?
O ana kadar bütün safhalarda bu kişi toplumun hedefi haline getirilmiş olacak ve ortada bir mahkeme kararı olmadığı için aklanmış da sayılmayacaktır.
Yargının alanına giren bir konuyu Cumhurbaşkanının iznine tabi kılmak ne açıdan bakarsanız bakın; sakıncalı ve yanlış görünüyor.
Bu iznin Adalet Bakanı gibi siyasi bir kişiliğe bırakılması da çok sorunlu olduğuna göre ne yapmalı?
Bilmem hatırlayan var mı; 2007’nin Şubat ayıydı.
O zamanlar Adalet Bakanı olan Cemil çiçek, şöyle bir öneri atmıştı ortaya:
“Acaba, bu tür davaların açılıp açılmamasına karar vermek üzere, hukukçulardan, akademisyenlerden vs oluşan bir ‘Akil adamlar heyeti’ oluşturulsa nasıl olur?”
Tartışmaya değer bir öneri değil mi?
Madem birçok konuda yargı mensuplarının yasaların gerisinde kaldığından ve eski alışkanlıklarla yorum yaptığından yakınılıyor; daha özgürlükçü bir perspektife sahip olduklarından kuşku duyulmayan bir heyet oluşturabilir ve 301 vb maddelerden dava açılıp açılmamasına onlar karar verebilir.
Kuşkusuz, bu yöntemin de hayli tartışma ve gürültü çıkaracak yanları var ama düşünmekte de bir mahzur olmasa gerek.
Mevcut hal yeterince “düşündürücü” çünkü!
Bu konuda son olarak bir hususa daha dikkat çekmek istiyorum:
Bir ülkenin içeride ve dışarıda itibarı iyiyse, demokrasisi, pasaportu, parası değerliyse, bir ülke enternasyonal arenada güçlü ve saygın ise, kimse bazılarının o ülke hakkında ileri geri konuşmasını önemsemez.
önemli olan bu “makro itibardır” bir yerde.
Biz Türkiye olarak, örneğin “parti kapatma, sürekli muhtıra ve darbe konuşma” gibi ülkenin itibarını yer ile yeksan eden işleri bile gayet gönül huzuruyla yaparız, sonra da biri bir fıkra anlatsa dahi dokunur bize.
“Hiçbir cuntacıyı yargı önüne çıkaramamak”tan dolayı hiçbir aşağılanmışlık hissetmeyiz ama birisinin ülkemizle ilgili bir saçmalaması, derhal bizi mahveder.
Bu da ayrı bir mesele tabii!.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi