Toplantı var..

Toplantı var..

Trafikte daha sarı ışık yanar yanmaz kornaya bastığımızı gören herhangi bir yabancı, bizim zaman konusunda ne kadar titiz ve dakik olduğumuzu sanır, ama kazın ayağı öyle değildir tabiî.
Zamanı israf etmekte üstümüze yoktur gerçekten.
Bir keresinde yurtdışından gelen bir arkadaşa randevu verirken “5 buçuk 6 gibi buluşalım” dediğimde şaşırmıştı:
- Arada 30 dakika gibi dev bir süre var!
Haklı. çünkü onların ülkesinde buluşmalarda dakika kullanılıyordu: 15.37, 18.53 gibi.
Bizde ise “gibi” dedin mi, iş biter ve artık önünde tepe tepe rahatça israf edebileceğin en az bir saatlik zaman dilimi vardır.
- 6 gibi buluşalım. 7 gibi toplanalım. 8 gibi ordayım, 9-10 gibi gelirim vs.
Anlayamadığım nokta şu:
Madem zaman konusunda bu kadar geniş ve israfçıyız, trafikte sarı ışık yanınca hemen korna çalmaya başlamak neden?..
çok mu dakik insanlarız yani?..
-
Zaman israfı denince önce akla toplantılar gelir tabiî. Dünyada bizim kadar toplantıların bol zamana yayıldığı ve verimli kullanılmadığı ikinci bir ülke yoktur desek yeridir. “Toplantı” zaten başlıbaşına gizemli bir kelimedir:
“Toplantım var… Toplantıya gidiyorum... Toplantım bitince ararım seni vs.”
Birini ekeceksen, birine hava atacaksan, birine çok önemli bir adam olduğun izlenimi vereceksen sekretere söyletilecek ilk gerekçe “toplantı”dır.
Onlar da zaten konu hakkında şerbetli olduğu için klasik ses tonuyla idare ederler sizi:
- Şu an toplantıdalar efendim! Toplantısı biterse geldiğinizi iletirim!
- Şu an toplantıda. çıkınca yeni bir toplantıya daha girecek. çok yoğun bu aralar. Bir mesajınız varsa alayım efendim.
70 milyonluk dev bir ülkede kimi arasan toplantıda, herkes “çok yoğunum” modunda, ama ülkede yıllık üretime bakarsan, 4.5 milyonluk Norveç’ten bile az nedense.
-
Yurtdışında bir firmada uzun süre çalışan bir arkadaşım anlatmıştı:
“Oralarda işe yeni giren bir personele önce etkin toplantı teknikleriyle ilgili kurs verirler. Gündemsiz toplantı asla olmaz. Toplantı esnasında çay, kahve, meyve vs. kesinlikle olmaz. Az ve öz konuşulur.”
Oysa bizde özellikle müdürlerin, yönetim kurulu üyelerinin vs. toplantısı varsa, önce masalar meyve tabaklarıyla donatılır.
Sonra bir çay faslı başlar ki; en az 15 dakika gider:
- Benimki açık. Benimki demli.
- Ne oldu, sen açık içerdin, demliye mi döndün?..
- O sıralar bir baş dönmem vardı, geçti. çay dediğin tavşan kanı olmalı.
çayın geyiği başladı mı bitmez:
- Senin şekerin var, şekersiz içsen daha iyi.
- Bizim bacanak bir aydır şekersiz içiyor. İlk başlarda zorlandım ama şimdi şekerli içemiyorum diyor.
- Geçenler bir yerde çay ikram ettiler; Allah sizi inandırsın… Ben böyle çay içmedim. Tarifini isteyecektim ama unuttum.
- Ne o, tatlandırıcı mı? Versene bir tane!
Hele birisi “Bu tatlandırıcılar kanserojen etki yapıyormuş” falan diye konuya yeni bir boyut getirdi mi, toplantının yarısı güme gider artık!..
-
İş icabı yaptığımız telefon görüşmeleri ise ayrı bir alemdir. Araştırmalar etkin ve verimli bir telefon görüşmesinin en fazla 3 dakika sürmesi gerektiğini ortaya koyuyor. Oysa bizde 3 dakika, hal hatır için bile etmez. “Nasılsın, iyi misin, işler nasıl, havalar nasıl?..” diye başlayan konuşma, eğer iki taraf birbirini tanıyorsa, hane halkına da sıçrayarak devam eder:
- Yengem nasıl, çocuklar nasıl?
- Yengen iyi. Havalar biraz etkiledi onu. Nemli havalarda ayağında sızı başlıyor.
- öyle mi? Bu sızının aynısı bizim halaoğlunun eniştesinde vardı. Ama geçti. Bak, sana bir öneride bulunayım yengem için; kiraz çöpleriyle karıştırdığı kekiğe biraz da limon ve bal eklesin, sonra bir havanda dövdüğü sarımsağı…
- Sarımsak kokmaz mı yaa.
- Kokar, ama sağlık daha önemli. Gerçi üzerine taze nane yesin, koku geçer. Geçen sarımsaklı cacık yemiştim; işe bak, o gün de aksi gibi toplantım var. Ulan ne yapayım ne yapayım derken…
30-35 dakika geçmiştir ki; artık ufaktan sadede gelinir:
- Abi ben şey için aramıştım; bu bizim akrilik boya yatırımı için aldığımız kredi var ya, onun ödemesini uzatmak istiyoruz. Bu arada yeni bir krediye daha ihtiyacımız var. Bunu nasıl yapsak acaba? Bize nasıl yardımcı olursun.
- İlk fırsatta bir toplantı yapalım.
- Tamam abi, öğleden sonra toplanalım. Sekretere söyleyeyim, meyve tabaklarını hazırlasın.
- Ulan hep meyve, hep meyve. Meyveden önce şöyle bir mantı iyi gitmez mi? İşyerinin sokağında ev işi mantı yapan yer var, ordan yani.
- Tamam abi. Toplantıda görüşürüz. Yengeme tekrar hürmetler. O dediğim şeyi içsin abi.
- Peki sağol. Sen de eşine selam et. İlk fırsatta size geleceğiz. Bu ara kayınvalidem tansiyondan dolayı biraz rahatsız. Onunla ilgileniyor. O iyileşsin geliriz.
Tabiî bu söz üzerine kaynananın rahatsızlığı ve tansiyon meselesi de bir 10 dakikayı götürür.
-
İlginç bir toplantı haline de birkaç yıl önce rastlamıştım.
Bir yönetici arkadaşın işyerine gittim. Sekreter hanım kapalı kapıyı göstererek “içeride toplantıdalar” dedi. O anda içeriden bir kahkaha tufanı koptu. Belli ki toplantı neşeli geçiyordu.
- Toplantısı olduğunu biliyorum, ama bana verdiği saate göre toplantı bitmiş olmalıydı. Demek ki bitmemiş.
Kızcağız “Toplantılar belli olmuyor, bazen uzuyor..” derken, içeriden bir kahkaha tufanı daha duyuldu.
Bana gösterilen yere oturup kahkaha seslerini dinleyerek çayımı içmeye başladım.
15-20 dakika sonra toplantı ekibi dağıldı.
Bazıları hâlâ karınlarını tutarak gülüyorlardı.
Arkadaşa takıldım:
- Toplantılar hep böyle neşeli mi geçer?
- Sorma. Bazen birisi bir fıkra anlatmaya başladı mı önünü alamıyoruz. Bugün de öyle oldu. özellikle birine çok güldüm. Sana da anlatayım; şimdi adamın biri…
-
İşadamı bir tanıdık, “Bir işi savsaklamak istiyorsan, o işle ilgili toplantılar yap” demişti.
Zaman zaman gayri ihtiyari düşünüyorum:
Acaba şu toplantıları azaltsak, memleket daha çabuk kalkınmaz mı?..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi