Yemek dostu Ayhan Abi
Gündemin bizi iyice yorduğu bu hafta sonunda, size Ayhan Abi’yi anlatayım da kafamız dağılsın biraz.
Onu bir Kenya seyahatinde tanıdım. Ankara’da, ülkemizin tanınmış üniversitelerinden birinde öğretim üyesi. Uçakta sürekli etrafındakilere yemek tarifi yapıyordu:
-Patlıcanı iyice kızartıp… Zeytinyağı dediğin sızma olmalı… Etin but kısmından alacaksın, sıcak suda bir saat bekletip… Hani tere otu var ya… Ona limon sıkıp… Bir gün kebap yiyorum; bir de baktım…
Otobüste yanıma oturdu.
“Yemek yemeyi çok seviyorsunuz galiba” dediğimde öyle açık sözlü bir cevap verdi ki, kızsam mı memnun mu kalsam bilemedim:
-Hani bir soru vardır; yemek için mi yaşıyorsun, yaşamak için mi yiyorsun diye. Açık söyleyeyim; ben yemek için yaşayanlardanım.
-Anlamadım… Yani.. Şey… Anladım.
öne doğru sivrilen haşmetli bir göbeği vardı:
-Bu balkon rahatsız etmiyor mu Ayhan Bey?
-Aslında kimileri balkon yerine, ihtişamından dolayı “salon” diyor ama ben hol demeyi tercih ediyorum. çünkü içe doğru derinleşen bir koridor havası var. Göbeğim beni rahatsız etmiyor. Hatta yemek sevgimin bir alameti olarak gördüğümden bazen bir çocukla oynar gibi severim keratayı.
Kimi çok yiyenler zayıf vücutludur, şişmanların birçoğu da aslında öyle aşırı yemezler.
Bunu lise yıllarımdan biliyorum. Lokantaya genellikle Hacı adlı hayli şişman bir arkadaşımızla giderdik. Onu garsonun öfkeli bakışlarına paratonerlik etsin diye götürürdük.
çünkü biz diğer iki kişi, bir tabak kuru fasulye ile sepetteki ekmeği sürekli siler süpürür garsondan habire yeni ekmek isterdik.
Adam da her ekmek getirişinde nefret dolu gözlerle bizim Hacı’ya bakardı; “Ulan bütün bu ekmeği sen götürüyorsun” der gibi.
Halbuki zavallı Hacı bir dilim ya yer, ya yemezdi. Ben ve diğer arkadaşım o yıllarda çiroz gibi zayıf olduğumuzdan öfkenin odağı Hacı olurdu.
Oysa Ayhan Abi, yediğini inkar etmeyenlerden. Yiyor ve yediğini de vücuduyla ispat ediyor.
Gezinin ikinci günü artık iyice senli benli olmuştuk. Kafileyle gezerken bir de bakıyorduk; Ayhan Abi kayıp. 5-10 dakika sonra bir yerlerden çıkıp geliyordu:
-Nerdeydin abi? Gene için mi kıyıldı?
-Sorma, yolda bir lokanta gördüm, yemeklerin görüntüsü ilginç geldi. Biraz tadayım dedim.
Bendeniz yabancı ülkelerde aç kalanlardanım; hele de Kenya gibi çok farklı bir ülkede ne olduğunu bilmediğim şeyler yemek, hiç bana göre değil. Domates peynire talim ede ede içim kurur gezilerde.
Oysa Ayhan Abi, sürekli yeni tatlar keşfetmeyi seviyordu. Otelde veya lokantalarda garsonlara sık sık “Yahu sizin spesiyalleriniz yok mu, onları görelim” diyordu.
Daha sonra hayatta hiç görmediğim türden bir şeyler getiriyordu garsonlar.
Nelerden yapıldığını Allah'ın bildiği böreğimsi, tatlımsı, etli, etsiz birçok yemek.
Ayhan Abi her yemeği, “Bu bizdeki mantıyı andırıyor, bu erişteye benzer, bu sanki ahtapotlu bilmemne, bu çinlilerin böcek ezmeli….” deyip götürüyordu.
Gaziantepli olduğumu öğrendiğinde çok şaşırmıştı:
-Sen nasıl Antepli olur da yemek yemeyi neredeyse külfet sayarsın.
-Külfet değil ama…
-Sana bir kurşun döktürelim. İştahını açmalıyız. Antep mutfağı benim için bir numara ama doktorum 2 günden fazla Antep’te kalmamı sağlığım için tehlike görüp yasakladı.
-Nasıl yani?
-Bir keresinde 3 gün kaldım Antep’te. Uçağıma gitmeye yakın yediklerimden dolayı komaya girdim. Tansiyonum yükselmiş falan. Düşünebiliyor musun, 3 gün hastanede kaldım ve sadece serum verdiler. O serum şişesine bakmak bile yeterince hüzünlü geliyordu bana.
-Senin gibi bir adamı serumla beslediler yani?
-Sorma, sanki güvercinim de suyla besliyorlar.
-Sen kuş olsan bile devekuşu falan olurdun be abi.
-Balık olsam da balina olurdum herhalde, heh he.
Ayhan Abi dış ilişkiler uzmanıydı. Bu da benim garibime gitmişti.
-Bu engin yemek kültürü ve sevgisiyle gıda mühendisliği okusaydın daha iyi olmaz mıydı?
-Olmazdı. O zaman bütün gıdaların içeriğini bilir, yok şu katkı maddesi, yok bu hormon geyikleriyle yediğimden zevk almayabilirdim. Oysa şimdi, yemeğin yüzüme gülümsemesi yetiyor bana. Dalıyorum hemen. Dış ilişkiler iyi. çok ülke mutfağı tanıdım bu yüzden.
Nedense o anda “ülkemizde Yemekten Sorumlu bir Bakanlık kurulsa Ayhan Abi en ideal bakan olur” gibisinden saçma bir fikir gelmişti aklıma.
Bu fikrimi açtığımda espriyle cevap verdi:
-Benden bakan değil, yiyen olur ancak. Yemeklere bakan sensin!
Ayhan Abi sadece yemek değil, kifayetli miktarda tatlı ve meyve de götürüyordu.
“Tropikal meyvelere bayılırım” dedikten sonra ananas, avokado, Hindistan cevizi, mango vs ne bulursa götürüyordu. Hele Hindistan cevizlerinin içindeki suları içe içe “hol”ü bayağı kallavi bir dubleks daireye dönmüştü.
Seyahat bittiğinde bizler dolaşmaktan, Ayhan Abi ise gıdalar dünyasında yeni keşifler yapmaktan yorgundu.
Döndükten birkaç ay sonra aradım onu:
-Ayhan Abi İstanbul’a gelmiyor musun; vaktin varsa gel, yer içeriz!
Bir kahkaha attıktan sonra, “Benimle nasıl konuşulacağını öğrendin” dedi, “Yer içeriz ha!”
O anda yüzünün nasıl mutlu bir hal aldığını tahmin edebiliyordum. çünkü hayatta duymayı en çok sevdiği kelimelerdi bunlar. Ardından da kendi önerisini getirdi:
-Beni İstanbul’a çağıracağına Antep’e çağırmalısın. Neyse ben hafta sonu bir panel için Antep’e gideceğim. İşin yoksa gel.
-İnan işim var abi… Şeyy… Kaç gün kalacaksın?
-Normalde Pazar akşamı dönmem lazım ama oradaki dostlar, gelmişken birkaç gün daha kal diyorlar. Bağ evlerinde ziyafetler falan. Açıkçası…
-Aman Ayhan Abi, sakın ha, gözünü seveyim yapma. Seni kaybetmeyelim.
-Valla aslında her seferinde “sadece tadına bakarım” diyorum ama bir bakıyorum tabaklar bitmiş. Dikkat ederim ama sen de dua et bize.
-Allahım, Ayhan Abi’yi yemeklerden koru.
-Yahu bu beddua gibi oldu. Biz dua istedik.
Ayhan Abi, şu anda Antep’te.
Allah yardımcısı olsun.