Üç general ve Lübnan
Tamam, üç tane generalin görevden alınması, başlı başına önemli, değerli ve gelecek için umut verici. Aynı zamanda Türkiye’nin değişim sürecinde nasıl geri dönülmez bir yerde olduğunun da ifadesi. Muhalefetin görevden alınmaları eleştirmek adına düştüğü durum da içler acısı.
Lakin tüm bunlar Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Lübnan ziyaretiyle birlikte ortaya çıkan tablonun önüne geçecek önemde görünmüyor. En azından benim kanaatim böyle.
Öte yandan gerektiğinde üst düzeyde komutanları görevden alabilen bir siyasi irade ile bölgede varlığını hissettiren güçlü bir Türkiye’yi birbirinden bağımsız düşünmek herhalde mümkün değil.
***
Başbakan önce Lübnan’da on binlerce kişiye hitap etti. Konuşmasında bir yandan birlik mesajları verirken, diğer yandan İsrail’i de sert biçimde eleştirdi.
Ancak Erdoğan’ın Lübnan ziyareti bunlardan daha fazlasını içeriyor. Notlar aktarmaya devam edelim.
‘Vizeleri kaldırmadık halklarımız arasındaki 100 yıllık hasreti kaldırdık. Halklarımız kucaklaşıyor. İşadamlarımız serbestçe gidip geliyor. Bütün bölgenin insanları hep birlikte kazanıyoruz. AB ‘Schengen’ diyor. Tamam, biz niye kendi aramızda bunun benzerini rahatlıkla yapamıyoruz. Nedir bu korku, çekince? Bunu anlamak mümkün değil. Kimse bu kucaklaşmayı, hasret gidermeyi farklı yerlere çekmeye çalışmasın. Biz bölgede barış, huzur, refah ve istikrar istiyoruz.’
Bu sözler, hem yeni bir Türkiye’nin, hem de yeniden şekillenen bir bölgenin kodlarını veriyor bize. Düne kadar gerek şartları, gerekse korkuları yüzünden bölgesinden kopuk yaşayan Türkiye’nin, bu saatten sonra giderek artan bir hızla yeni bir entegrasyon sürecine girdiğini ifade ediyor aynı zamanda.
‘100 yıllık hasret’ vurgusu bunun yansıması.
***
Kuşkusuz geniş ve bir o kadar da sorunlu bir coğrafyadan bahsediyoruz. Filistin sorunu başta olmak üzere, Suriye’den Irak’a, İran’dan Afganistan’a kadar hemen her bölgede kangren haline gelmiş, karmaşık ve çok sayıda aktörün içinde olduğu sorunlar var. Geçmişle bugün arasında bizim açımızdan temel fark ise şöyle tarif edilebilir: Türkiye bu sorunların parçası olmak ya da etkisi altına girmek yerine, çözümde tez sahibi olmayı deniyor.
Böyle bir değişim, yönetim tarzınızdan kurumsal reflekslere, eğitim hayatınızdan ekonomik modelinize kadar pek çok alanda hemen her şeyi yeniden tarif etmenizi gerektiriyor.
Buna cesareti var mı Türkiye’nin? Elbette var. Tüm gri propagandalara rağmen toplumun geniş kesimlerinin ‘evet’ dediği referandum bunun ifadesi. Düne kadar kimsenin aklının ucundan bile geçmeyen uygulamaların bu dönemde gerçekleşmesi de bunun ifadesi.
Hava sisli ya da puslu görünebilir. Önemi yok, çünkü Türkiye’nin bu süreci aşacak bir iradesi ve kararlılığı var.
Şundan emin olalım. Önceki gün üç generali, elbette hukuka uygun olarak görevden alan bir siyasi irade olmasaydı, Türkiye’nin ne Lübnan’da, ne Suriye’de, ne de başka bir coğrafyada adından söz edilebilirdi.
Türkiye’yi içine kapanık bir halde kontrol eden güç merkezlerinin, yavaş yavaş sahneden çekilmesi, her kurumun kendi alanında hesap verebilir hale gelmesi, iç dengeleri rahatlattığı kadar, bizi kendi bölgemizde, hatta dünyada daha itibarlı kılıyor.
Lübnan’da verilen mesajların bu kadar güçlü yankı bulması kimseyi şaşırtmasın. Türkiye bunu sonuna kadar hak ediyor.