Dindarlık hizmetkârlıktır
İslâm; bize, Allah’ın muradına göre yaşanmış hayatların bağışıdır. İslâm’a alışanlar, onu yaşayanlardır. İslâm’ı yaşamayanlar, ondan uzaklaşanlardır. İslâm’a yaklaşmak ile ondan uzaklaşmak, dindarlıkla alakalıdır. Dindarlık, Allah’ın dinini din edinmektir.
Dindar insan, dinine hizmet eden insandır. Allah’ın dinine hizmet edenler, imanın tadını alanlardır. İmanın tadına ermek en büyük bahtiyarlıktır. Bu tada ermenin birtakım şartları ve göstergeleri vardır. örnek ve önderimiz Hz. Muhammed (sav) bunları şöyle özetlemiştir: “üç haslet vardır ki, onlar kimde bulunursa o kişi imanın tadını alır. Allah ve Resulünü bu ikisi dışındaki her şeyden daha çok sevmek, bir kulu sırf Allah rızası için sevmek, Allah, kendisini imansızlıktan kurtardıktan sonra tekrar küfre düşmeyi ateşe atılmak gibi korkunç görmek.” (Buhari, İman, 9; Müslim, İman, 67) Hz. Peygamber sevgisi de gerçek imanın göstergelerindendir, çünkü bize gerçek Sevgiliyi tanıtan odur. “Sizden biri beni babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe gerçek mümin olamaz.” (Buhari, İman, 8; Müslim, İman, 70) Dine hizmetkârlık, Allah ve Rasûlü’nü sevmekle yapılır. Allah ve Rasûlü’nü sevmeyenler, Allah’ın gönderdiği dini sevmeyenler, Allah’ın dinini bilseler bile O’na hizmetkârlık edemezler. Din sevgisi, din hizmetinde vazgeçilmez şartlardandır. Gönüllü olmayan dindarlıkta hayır yoktur. Böyle bir dindarlık terk edilmek için fırsat kollanan bir yük gibidir, bir angaryadır. Kulun Allah’la adeta buluşması, konuşması demek olan namaz mü’minler için saadet ve neşe kaynağı olduğu halde münafıklar için bir nevi işkencedir. Bu durum Kur'an-ı Kerim’de şöyle ifade ediliyor:
“Onlar namaza ancak üşene üşene kalkarlar, ancak istemeye istemeye sadaka verirler.” (Tevbe Sûresi/54)
“Onlar namaza kalktıklarında tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az zikrederler.” (Nisa Sûresi/ 142)
Dünya menfaatı için dine hizmet edilmez. Menfaat için dindar olanların halini Rabbimiz şöyle tasvir ediyor: “İnsanlardan bazı kimseler Allah’a kıyıdan kıyıya ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa onunla rahatlar, eğer kendisine bir sıkıntı isabet ederse yüzüstü dönüverir.” (Hac Sûresi/ 11) Din hizmetinde döneklik yapanlar, dünya menfaatleri için hizmette bulunanlardır. Münafıklar için işkence olan namaz, mü’minin miracı, sığınağı ve gözaydınlığıdır. Hz. Peygamber (sav) bir sıkıntıya uğrarsa hemen namaza yönelir: “Ey Bilal! Şu ezanı oku da bizi rahatlat” buyururlardı. Ahlâk ulemasından Süleyman Darani (Rh.a.); “Namaz bir tarafta, cennet bir tarafta olsa ben namazı tercih ederim, zira cennette benim menfaatim namazda ise Allah’ın rızası vardır” buyurmuştur.
Allah yolunda yürüyenler ve sürünenler, ilahi aşkla ölmezliğe, ilahi boyayla solmazlığa ermişler, ballar balını bulmuşlar, gönül saltanatına kavuşmuşlardır. Gönül saltanatı dünyevi saltanattan daha değerlidir. İlahi aşk bütün acıları tatlılaştırmasaydı, Allah için canlardan, mallardan, yurt ve dostlardan ayrılmak mümkün olur muydu? Habeşistan’a, Medine’ye hicret edilebilir miydi? Bu uğurda fakirlik zenginliğe, rahat eziyete tercih edilebilir miydi? Bir işte başarı o işi gönüllü yapıp yapmamaya bağlıdır. Bizde “çobanın gönlü olursa tekeden süt çıkarır” diye bir atasözü vardır. Bütün mesele istek ve irade meselesidir. Her şeyde olduğu gibi dindarlıkta da aslolan gönüllülüktür. “Dinde zorlama yoktur” (Bakara Sûresi/256) prensibi, İslâmiyet’in temel prensiplerindendir. “Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi mutlaka iman ederdi. öyleyse mümin olsunlar diye insanları sen mi zorlayacaksın?” (Yunus Sûresi/ 99) “Şüphesiz biz insana doğru yolu gösterdik. Artık o ister şükreden bir mümin olsun, isterse nankörlük eden bir kâfir.” (İnsan Sûresi/ 3) Dindarlığın beraberinde getirdiği hizmetkârlık, bir gönül meselesidir. Gönülsüzlük baskıyla nefrete dönüşür. Zorla yaptırılan güzel şeyler bile yapanın nazarında çirkin gözükmeye başlar. özendirilerek yapılan kötülükler ise sevimli hale gelir. Atalarımız “zorla güzellik olmaz”, “aşığa Bağdat sorulmaz” demişler. En zor işler bile sevilerek yapılırsa kolay hale gelir. Gönülsüz yapılan kolay işler ise dağ gibi gözde büyür. İbn Teymiye sabah namazından sonra güneş bir hayli yükselinceye kadar yerinde oturur, zikirle, tesbihatla meşgul olur ve şöyle derdi: “Bu benim kahvaltımdır, eğer bunu yapmazsam kuvvetten düşerim.” Mümin insanın gönlü cennet bahçesidir. Mümin daha dünyadayken imanın lezzetiyle cenneti yaşayan kimsedir. İbn Teymiye’yi hapse attılar işkenceye tabi tuttular. Fakat o şöyle diyordu: “Düşmanlarım bana ne yapabilirler ki? Benim cennetim gönlümdedir. Nereye gidersem gideyim, o benden ayrılmaz.” Gönüllü dindarlık güç, gönülsüz dindarlık hiçtir. Allah’ın dininden taviz verenler, İlahi yardımdan endişe duyanlardır. Niyetlerimizde samimi olalım Allah bize yardım edecektir: “üzülmeyin, gevşemeyin, eğer inanıyorsanız siz daha üstünsünüz.” (âl-i İmrân/139) Güç işleri hep inananlar başarmıştır. Mücahitle paralı asker hiçbir zaman bir olamaz. Para için savaşanın bütün hesabı hayatta kalabilmektir. Zira ölürse para bir işe yaramaz ama Allah için savaşan ebedi kazanç olan Allah rızasına taliptir.
Dindarlık; hezimetkârlık değil, hizmetkârlıktır. Resmilik değil, hasbiliktir. Hasbilik özü, resmilik şekli temsil eder. Allah şekillere değil, gönüllere bakar, zira gönül çalabın tahtıdır. O tahtta Allah’tan başka sultan olmamalıdır. İster din hizmeti, ister dünya hizmeti olsun verim; işi zevkle, şevkle, inançla, ibadet aşkıyla yapmaya bağlıdır. Her şeyin maddeyle ölçüldüğü bir dünyada kalıptan kalbe dönmek, çoraklaşan gönüllerde hizmet aşkını yeşertmek, yaşama hırsı yerine yaşatma zevkini geliştirmek son derece önemlidir. Bu da resmiyetle değil, hasbiyetle mümkündür. Zevkine erilmemiş dindarlık ağır bir külfettir. Böyleleri rolünü zoraki oynayan aktör gibidir. Zoraki yapılan bir iş ya menfaat beklentisine, ya da korkuya dayanır. Beklenen menfaat elde edilir veya korku zail olursa iş de sona erer. Dindarlıkta devamlılık esastır. Kul, Allah’ın ücretle çalıştırdığı bir hizmetçi değildir. Sırf ücreti düşünen, iş sahibini düşünmez. Kısacası dindarlığın beraberinde getirdiği hizmetkârlık; Allah’ın her emrettiğini emrettiği şekilde mutlak üshve-i hasene olan Rasûülüllah (sav)’in örnek ve önderliğini esas alarak şevkle ve zevkle yerine getirmektir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.