Ölüm unutulmaz bir hakikattır
Türk edebiyatında önemli yer olan şairlerden biri de Ziya Osman Saba'dır.
Ziya Osman Saba edebiyat çevrelerinde Yedi Meşaleciler'den biri olarak tanınır.
Şiirlerinde:
l Çocukluk özlemi
l Anılara düşkünlük
l Ev, aile sevgisi
l Yoksul yaşamalara karşı utanç ve acıma
l Allah'a kulluk
l Kadere boyun eğiş
l Küçük mutluluklarla yetinmek
l Ölüm yakınlığı, öte dünya özlemi gibi konuları işledi.
Şairin anne-babasını küçük yaşta kaybetmesinden kaynaklanan aile özlemi şiirlerinde önemli derecede yer alır. Şiirleri incelendiğinde hüzne de azımsanmayacak derecede yer verir ve bu özellikteki şiirlerinin sonunda hep Rabb'ine sığınır. Tefekküre davet eden ve ülfet peyda ettiğimiz konularda bile hep şükretmeyi hatırlatır. Ölümü seven ve sevdiren bir özelliğe sahiptir.
Ziya Osman Saba, Cahit Sıtkı Tarancı'nın intihara teşebbüs ettiğini anladığı zamanlarda ona bir dost olarak yaklaşıp bu sevdadan vazgeçirdiği, Tarancı'nın bir noktada hatırası olan mektuplarından anlıyoruz...
Ziya Osman Saba'nın "Rabbim, Nihayet Sana" başlıklı mısralanndan bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum:
"Rabbim, nihayet Sana itaat edeceğiz...
Artık ne kin, ne haset, ne de yaşamak hırsı.
Belki her sabah vakti, belki gece yarısı,
Artık nefes almayı bırakıp gideceğiz...
Ben artık korkmuyorum, her şeyde bir hikmet var.
Gecenin sonu seher, kışın sonunda bahar,
Belki de bir bahçeyi müjdeliyor şu duvar,
Birer ağaç altında sevgilimiz, annemiz.
Gece değmemiş sema, dalga bilmeyen deniz,
En güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz
Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz..."
H H H
Sırası gelmişken Orhan Ali Yılmaz'ın "Kabir ve Ölüm" başlıklı şiirini de birlikte okuyalım:
"Kabirleri sevmiştim en az hayatı sevdiğim kadar
Onlar tıpkı köprü gibiydi iki hayatın ortasında.
Kabir dardı, darlıktı, genişliği içinde
Yatanların darlığından belki de genişliğindendi kâbirlerimiz...
Hayatın sükuneti, sessizliğiydi kabir
Sessizliğinde hayatı
Sessizliğin sesleriydi dudaklarımız
Ölülerin bizlerle konuşmasıydı kabir; harisiz ve de hecesiz...
Ölüme, bir de ölüye olan yakınlığımızdı kabir.
Örtümüzdü günahlarımıza
Örtümüzdü kendimize
Dünyanın son ahiretin ise ilk durağıydı ayağımızı bastığımız
Lezzetin son bulmasıydı kabir
Onun içindir ki, demişti o yüce Nebi:
"Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz."
Ölüm en az hayat kadar gerçekti.
Gerçek de ancak ölüm kadar güzeldi
Mevt hayatın ölümüydü, ölünün de hayatı.
Veren'e karşı...
O Muhyî ve de Mümit.
Yaşatan ve de öldüren...
Ölüm de en az hayat kadar mahluktu
Belki de bir nimetti. Nimetin hayatıyla ölüm
Yokluğa ya da varlığa açılan kapı
Ölüm belki de yeni bir hayatın başlangıcıydı
Tevazuydu kabir insana toprak gibi olmayı öğreten,
Her şeyin eşitliğiydi kabir, Esmediğiydi herkesi
Küçük-büyük, fakir-zengin, köle-efendi...
Gözünü toprağın doyurası, doldurasıydı insanın
Kabir, toprağı doyurmasıydı insanın...
Sevdiklerimize yakınlığımızdı kabir verebildiğimiz ölçüde.
Ölüden, bir de ölümden ibretimizdi kabir
Bizi Allah'a yakınlaştıran.
İmtihan lambasının düğmesinin çevrilmesi söndürülmesiydi
Mükafat ve mücazaat düğmesinin de yandırılması... Bir başlangıçta kabir bitişlerin önünde
İnsanın aslıyla buluşmasıydı kabir, belki de toprak gibi..."
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.